20 Haziran 2017 Salı

On 05:19:00 by Gülten İşcimen in    No comments


Filipinler seyahatimize El Nido Adasında kaldığımız yerden devam ediyorum. Sırada Puerto Princesa şehrine yakın olan Subteranean Underground River National Park vardı.

13 Şubat 2017

Sabah çok erken saatte El Nido'dan bindiğimiz minivanın şoförü yolda 2 kez mola verdi ve bunlardan birinde çok güzel manzarası olan bir tesiste kahvaltımızı yaptık.


Bu da ilkel ama temiz olan tuvaleti.


Yaklaşık 4 saat süren yolculuğumuz sonrasında saat 10 gibi Underground River (Yeraltı Nehri)'nin bulunduğu Sabang köyüne geldik. Buranın tam adı Subteranean Underground River National Parkmış. Şoförümüz bizi dükkanların önünde bırakıp biletlerimizi almaya gitti. Arkadaşlarla hediyelik eşya satan küçük dükkanlara bakmaya başladık. Buradan katlanabilen çok hoş bir şapka aldım.


Sonra en köşede meyva suyu satan bir dükkandan mangolu bir karışımı 190 Peso ödeyerek aldık ve tam içmeye başlamıştık ki şoförümüz koşarak geldi ve tekneye binmek için acele etmemizi söyledi.


Hemen teknelerin hareket ettiği sahile gittik ve bir yandan da meyve suyumuzu bitirmeye çalışıyorduk. Orada görevliler bize bineceğimiz teknenin numarasını verdiler ve bu numarayı unutmamamızı, mutlaka aynı tekneyi bulup onunla dönmemizi söylediler. Teknede bizim dışımızda sadece 1 çift vardı. Yaklaşık 15-20 dakika denizde ilerledik.


Plaj gibi bir yere teknemiz yanaştı ve dönüşte buradan aynı tekneye binmemiz gerektiği söylendi. Bizim gibi onlarca tekne gelmişti. Denizde o kadar çok tekne vardı ki üzerlerinde numara olmasa birbirlerinden ayırt etmek mümkün olmazdı.


Sonra tekne kaptanımız önde biz arkada patika bir yoldan yürümeye başladık. 


Ağaçların arasında bir müddet yürüdükten sonra nehir kenarına ulaştık. Burada can yeleklerimizi ve baretlerimizi giyerek boş bir teknenin gelmesini bekledik. Bizlere birer de audio guide yani sesli rehber verildi. Bizden önce hareket eden ve geri dönen tekneleri fotoğrafladık.



Filipinliler burada fotoğrafçılıktan para kazanmayı öğrenmişler. Tekneye binenleri ve Yeraltı Nehri'ni gezip dönenleri çekiyorlar. Siz de gidip bilgisayar ekranından iyi olanları seçiyorsunuz. Hemen bunları karta basıp veriyorlar. Biz de tekneye binince fotoğrafımızı çektiler ve aynı şeyi döndüğümüzde de yaptılar.

Artık yavaş yavaş Yeraltı Nehri'ne doğru yaklaşıyorduk. Bu aşamada gideceğimiz bu yerle ilgili kısaca bilgi vermek istiyorum. Bu bölge hem dağ hem de deniz ekosistemine sahip olması nedeniyle önemli oranda canlının yaşadığı bir bioçeşitlilik içermekte. Asya'daki en önemli ormanlardan bazıları burada bulunuyor. Bu parkta yaklaşık 800 bitki, 300 ağaç türü, 195 kuş, 30 memeli ve 19 sürüngen türü yaşıyormuş. 

Parkı kısaca tanıttıktan sonra sıra geldi Dünyanın yeni harikaları arasına girmeyi başarmış Yeraltı Nehri'ni tanıtmaya. 

Unesco Dünya Mirası Listesi’nde bulunan Subteranean Underground River (Yeraltı Nehri), National Park'ın en çok ziyaret edilen noktasıdır. Nehrin en dikkat çekici özelliği doğrudan denize çıkması ve deniz seviyesinin altında kalan kısmının da gel-git etkilerine açık olmasıdır. Nehir dağların altında akıyor ve sadece 8.2 km’sine girilebiliyor. Yeraltı Nehri ve suların aktığı mağaralardaki oluşumlar görülmeye değer. İşte mağaralara girmeye başladık bile.



Karanlıklara doğru teknemizi ağır ağır sürmeye devam ettiler. Bu arada Park ve Nehirle ilgili bilgileri de dinlemeye başladık. Mağaraların içine doğru ilerledikçe rehberimiz bize ışıkla sabitlediği alanları hikayelerle anlatıyordu. Mağaralardaki canlıların ürkütülmemesi ve doğal hayatın bozulmaması için kesinlikle ses çıkarmamamız ve ışık kullanmamamız gerektiği söylendi. Kireçtaşı kayaların şekillerini ünlü insanlara, hayvanlara veya cisimlere benzeterek eğlenceli hikayeler anlatıldı. Işığın yöneldiği noktalardan çektiğim birkaç manzarayı eklemek isterim.




Bu şekilde yaklaşık yarım saat mağaraları gezerek harika olarak nitelendirebileceğim şekil ve renkteki kaya formasyonlarını izledik ve yarasaların sessizliğini dinledik. Bu güzel gezinin de maalesef sonu gelmişti ve geri dönmeye başladık.



Kulaklıkları ve baretleri teslim edip fotoğraf seçmeye gittik. Birer tane fotoğraf beğenip bunları aldık. Sonra aynı patika yoldan geri dönmeye başladık. Sahile gelince de biraz güzel manzaranın keyfini çıkardık.


Burada o kadar çok tekne vardı ki  kendi teknemizi zorlukla bulup hemen bindik. Hava çok güzeldi ve dönerken denizin hafif esintisiyle manzaranın keyfini çıkardık. Sabang köyüne gelince bizi farklı bir yerde indirdiler. Kenardaki standlara bakarak biraz alışveriş yaptık.


Telaşla tekneye giderken bir buluşma noktası da belirlememiştik. Şoförümüzü aramaya başladık ancak bir türlü onu bulamıyorduk. Araba da park ettiği yerde yoktu. Yaklaşık 15-20 dakika döne döne aradık ve en sonunda birbirimizi bulduk. 

Minivana bindik ve zaten küçücük olan köyün diğer tarafındaki bir restorana girdik. Açık büfe olan yemeklerden istediğimizi alabileceğimizi söylediler. Çok değişik Filipin yemekleri tatma imkanı bulduk.


Bu yiyeceklerden yumurtaya bulayıp kızartma yaptıkları Squash Tempurayı, Chicken Adobo'yu ve yosun olan Lato'yu beğendik. Tatlı olarak da kızarmış muz ve muhallebi gibi bir tatlı yedik. Biz tam bitirmek üzereydik ki öğle vakti canlı müzik başladı. Çok da hoş bir sesi olan bir adam eski popüler şarkıları söylemeye başladı.


Karnımız da doyduğuna göre yola çıkabilirdik. Buradan sonra yaklaşık 80 km daha giderek Puerto Princesa'ya ulaşabiliyorsunuz. Yolda bir mola vererek şoförümüzün zorlukla bulduğu otelimize en sonunda ulaştık. Dad's Bay View Pansion adındaki aile işletmesi olan otelimizden son derece memnun kaldık. Zaten buraya tavsiye üzerine rezervasyon yaptırmıştık. Filipinler'de kaldığımız en iyi yer olduğunu söyleyebilirim. Buraya bir gece için 1800 Peso ödedik.



Odamıza çıkıp biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için aşağıya inip adı Alexis olan otel sahibinin oğlundan mekan önerisi istedik. Eğitimli ve son derece saygılı olan bu genç bizi arabayla götürmeyi önerdi. Sahilde halkın gittiği büyük bir yeme-içme platformuna bizi götürdü. Burada deniz ürünlerini beğenip tarttırıyorsunuz ve sonra onlar da pişirip size yan taraftaki ahşap masalara servis yapıyorlar. Balıklara baktık ve hiç bilmediğimiz bir eti gösterince timsah eti olduğunu söylediler. Kalamar ve denemek için timsah etini sipariş ettik. İçecekle birlikte bunlara toplam 1500 Peso ödedik.

Timsah etini kıyma gibi çok küçük doğramışlar ve bunu kavurmuşlardı. Etin lezzeti fena değildi ama öyle de müptela olacak bir lezzet değildi. Bir arkadaşımız biraz tadına baktı ama kıyma yiyemediğinden devam etmedi. Karnımızı doyurduktan sonra civarda bulduğumuz taksi durağına giderek otelin adresini gösterdik. Otel sahibinin oğlu dönerken fazla para vermememizi, otel çok yakın olduğu için 30 pesonun yeterli olacağını söylemişti. Biz de taksiye binerken bunu söyledik yoksa bizi turist olduğumuz için kazıklayacaklardı muhtemelen. Odamıza gidip günün yorgunluğunu çıkardık.

14 Şubat 2017

Sabah çok erken kalkmamıza gerek yoktu. Bu otelde oda fiyatına kahvaltı da dahildi. Terasa çıkıp kahvaltımızı yapmaya başladık. Günlerden sonra ilk defa şöyle adamakıllı kahvaltı yapıyorduk. Çay, kahve ve birkaç çeşit reçel vardı. Sonra güzel bir omlet getirdiler. Terastan bir de şehir manzarası görmüş olduk.


Puerto Princesa, Palawan adasının uluslararası havalimanına sahip yönetimsel başkentiymiş. Küçük, düzenli ve sakin bir şehir.  Şehrin içinde çok fazla yapılacak birşey bulunmuyor. Şehrin 25 km ilerisinde yer alan Honda Bay, Kelebek Bahçesi ve ayrıca şehirdeki Palawan Müzesi bu bölgedeki görülecek yerler arasında sayılabilir.

Kahvaltıdan sonra eşyalarımızı aşağıya indirdik. Otel sahibinin oğlu bizi havalimanına götürecekti. Giderken bize şehri tanıtmaya, rehberlik yapmaya çalıştı. Önce şehrin en büyük katedralinin yanında durdu.


Sonra bu Katedralin tam karşısında Plaza Quartel denilen tarihi bir alanı gezdik. Burası bir zamanlar askeri bir mıntıkaymış. II. Dünya Savaşı sırasında burada 150 Amerikan askeri savaş mahkumu olarak hapsedilmiş ve Japon askerleri tarafından yakılmış. Çok az kişi ancak yüzerek kurtulabilmiş. Ölen askerlere ait kalıntılar 1952 yılında Amerika'ya götürülerek ulusal bir mezarlığa gömülmüş.




Böyle kasvetli görüntüler arasında sevimli tricyle'ları görmek çok hoş oldu.


Bunları da gördükten sonra minibüse binerek yola devam ettik ve havaalanına geldik. Burası uluslararası havaalanı olmasına karşın küçücük bir havaalanıydı. Kapıda biletlerimizi gösterdikten sonra içeri geçtik ve çok geçmeden uçağımıza bindik. Oldukça yorucu bir gün olacaktı çünkü bir sonraki durağımız olan Boracay'a doğrudan uçak seferi yoktu. Önce buradan Manila'ya gidip ondan sonra Boracay uçağına binecektik. Aklınızda bulunsun Filipinler'de zamanında hareket eden uçağımız pek olmadı. Çoğunlukla 1 saati bulan rötarlı uçuşlarımız oldu. Bağlantılı olduğu için uçağı kaçıracağız endişesi olmadı ancak havaalanlarındaki bekleme süresi uzadıkça daha çok yorulduğumuzu hissettik. Burada havaalanı ücreti olarak kişi başı 200 Peso ücret ödedik.

Uzun kumsalıyla, eğlenceleriyle meşhur Boracay Adasına ulaşmak için 2 uçuşumuzu da sorunsuz yaptık ve en nihayet Caticlan Havaalanına indik. Bir maceranın da sonuna gelmiştik ve yeni bir maceraya doğru yelken açıyorduk. Filipinler günlüğüm Boracay Adası ile devam edecek. Merak edenler bu sayfayı da ziyaret edebilir. 


0 yorum:

Yorum Gönder