27 Temmuz 2017 Perşembe

On 23:11:00 by Gülten İşcimen in    No comments


Filipinler'de başlayan uzun seyahatimiz Vietnam'la devam ediyor. Yaklaşık 8 gün süren bu maceranın ilk durağı başkent Hanoi'ydi.



16 Şubat 2017

Akşam 22.15 uçağına binerek Manila'dan Vietnam'ın başkenti Hanoi'ye gidiyorduk. Cebu Pacific Havayollarına ait uçağımızın içi buz gibiydi. Filipinler'de hava sıcak olduğundan yanımıza sıcak tutacak kıyafetler almamıştık. Bu yüzden biraz üşüyerek yaklaşık 4 saat süren bir yolculuk yaptık.

Hanoi'ye yerel saatle 00.30'da ulaştığımızda pasaport işlemlerimiz hemen sonuçlandı. Gece olduğu için havalimanında neredeyse in cin top oynuyordu. Bir arkadaşımızın Vietnam iç aktarmaları için aldığı biletinde sorun vardı. Bulabildiğimiz kontuar görevlileri ile sorunu çözmeye çalıştık. İlk görüştüğümüz kız uğraşmak istemedi ve bizi başından savmak istedi. Neyseki başka bir kontuardaki görevli kız anlayışlı çıktı ve bileti bularak arkadaşıma pnr numarasını verdi. Böylece bu sorunumuzu da çözmüş olduk. Sonrasında havalimanında bir döviz bürosu bularak biraz dolar bozdurup Vietnam parası olan bol sıfırlı Dong aldık.


Bu arada peşimizde sürekli bir taksi şoförü dolanarak bizi otelimize götürmeyi teklif ediyordu. Gideceğimiz otelin adresini havalimanındaki turizm ofisine gösterince onlar da yaklaşık şoförün söylediği tutara gidebileceğimizi söylediler. Adamın dolandırıcı olmadığına ikna olunca bu taksiye binerek otelimize doğru yola çıktık. Gece olduğu için trafik yoktu ve Crystal Hotel adındaki otelimize yaklaşık 15 dakika sonra ulaşmıştık. Taksi için 485.000 Dong ödedik.

Otelimizin hem yeri çok mükemmeldi hem de odamız son derece konforluydu. Filipinler'de kaldığımız odalardan sonra burası bize saray odası gibi geldi. Hemen odamıza yerleştik ve dinlenmeye çalıştık.

17 Şubat 2017

Otelimizde oda fiyatına kahvaltı dahildi. Kahvaltıda bizim yiyebileceğimiz meyveler ve reçel tarzı yiyecekler vardı. Adamlar sabah sabah balıklı, etli tuhaf çorbalar yiyorlar. En azından karnımızı doyurabileceğimiz bir şeyler bulabildik. Kahvaltı sonrasında şehri keşfetmek için yola çıktık. Şansımıza otelimiz eski şehir civarındaydı ve daha sokağa adım atar atmaz çok renkli bir dünyanın içinde kendimizi bulduk.






Herşey çok ilgi çekiciydi ve nereye bakacağımı, neyi çekeceğimi şaşırdım. Renkli çiçeklerle süslenmiş geniş bir caddede yürüyerek tabelalarla gösterilen Ho Chi Minh'in Mozolesine doğru yürüdük. Yürüyüş yolumuz üzerinde önce Thang Long'un İmparatorluk Kalesinin yanından geçtik.


Bu kale Vietnam tarihinde ilgi çekici bir kalıntıymış. Tarihi ve kültürel önemine binaen 2010 yılından itibaren UNESCO Dünya Mirası Listesinde yerini almış. Bu bölgede yapılan kazılar sonucunda eski saray kalıntıları, antik yollar, kuyular ve duvarlar bulunmuş. Kale, merkezinde 40 metre yüksekliğinde bir bayrak kulesine sahip olup bu kule İmparatorluk Kalesinin belki de en dikkat çekici yeriymiş. Hatta bu bayrak kulesi sıklıkla Hanoi’nin sembolü olarak kullanılmaktaymış. Bu Kale antik Hanoi’ye 13 takip eden yıl siyasi bir merkez olarak görev yapmış ve 8 yüzyıl da Vietnam’ın başkenti olmuş. 

Kaleye girecek zamanımız olmadığından dışarıdan bakmakla yetindik. Yola devam ettik ve daha uzaktan Ho Chi Minh'in Mozolesini görmeye başladık.


Hanoi'de en çok ziyaret edilen yerlerden birisi yerli halkın Ho Amca olarak isimlendirdikleri Ho Chi Minh'in Mozolesi ve müzesiymiş. Ho Chi Minh Vietnam tarihinde silinmez bir iz bırakmış ve ülkenin en büyük lideri olarak bizim de şahit olduğumuz üzere Hanoi'de büyük bir saygı görüyordu. Vietnamlılar ulusal kahramanlarını içtenlikle seviyor ve sayıyorlar. 1890 yılında doğan ve Eylül 1969'da ölen Vietnam’ın ulusal lideri Ho Chi Minh, Fransızlara karşı verilen savaşta çok önemli bir rol üstlenmiş ve ülkesinin bağımsızlığa kavuşmasını sağlamış. İyi bir eğitim alan ve Fransızca bilen Ho Chi Minh, 1920 yılında kurulan Fransa Komünist Partisinin kurucuları arasında yer almış ve bundan sonra iyi bir teorisyen olmaya başlamış. Bundan dolayıdır ki “aydınlanmış ışık” anlamında Ho Chi Minh adını almış. Vietnam’da Fransa’ya karşı direnişi örgütlemiş. Vietkonlar 1954 yılında yapılan Dien Bien Phu Savaşı sonrasında Fransızları Vietnam'dan püskürtmüşler. En sonunda Cenova'da imzalanan anlaşmayla Vietnam 17. Paralel üzerinden güney ve kuzey olmak üzere ikiye bölünmüş. Ho Chi Minh ülkenin birleşmesinden yana olmakla beraber buna razı olmuş. Kuzey tarafın yönetiminde iken güney Vietnam'ın Amerikan kuvvetlerince işgal edilmesi üzerine kendi askeri birliklerini 1965 yılında buraya göndermiş. Kuzey Vietnam Amerikalılar tarafından bombalarla yerle bir edilmesine rağmen halk hiçbir zaman Ho aleyhine döndürülememiş. Ho, Time Dergisince 20. Yüzyıla damgasını vuran 20 lider arasında da kendisine yer bulmuş.


Yapımına 1973 yılında başlanan Mozole, Lenin'in Rusya'daki Mozolesine benzetilmiş ve ilk olarak 1975 yılında halka açılmış. Mozolenin granit mermerden yapılması, halkın çok sevdikleri liderlerinin ebediyen yaşayacağını gösterdiğinden çok büyük bir anlam taşımaktaymış. Mozoleye girmek ise ayrı bir merasim gerektiriyormuş. Çok sıkı bir güvenlik olduğu gibi ziyaretçilerin Ho'ya saygıda kusur etmemeleri için kıyafetlerinin uygun olması (şort, kolsuz tişört, mini etek giyilmemesi gibi) gerekiyormuş.Mozoleye kadar askerler götürüyor ve girişte cep telefonları ve fotoğraf makineleri alınıyormuş. 


Ho Chi Minh'in mumyalama işlemi Rusya'da yapılmış ve her yıl belirli bir süre oraya gönderilerek mumyanın bakımı yaptırılıyormuş. Mumya cam bir tabutun içerisine konulmuş ve etkileyici bir aydınlatma ile sergileniyormuş. Ziyaretçilerin durup bakması ve incelemesi uzun kuyruğun ilerlemesini engellediği için yasakmış.Neden "mış, miş" ile cümle kurduğuma gelirsem gittiğimiz gün şansımıza özel bir günmüş ve Mozole ziyarete kapalıymış. Doğrusu buna çok üzüldük ve Mozole'nin içini görmek için askerleri uzun süre ikna etmeye çalıştık ama başarılı olamadık. Mozoleyi gezmek ücretsizmiş ancak bağış kabul ediliyormuş. 


Öğle tatili olduğundan müzeye de giremeyince dönüşte gezmek üzere yürümeye devam ettik. Yol üzerinde çok renkli bir pagoda gördük. Adı "Den Quan Thanh" olan bu küçük pagodaya giriş için kişi başı 10.000 Dong ödedik. "Tran Vu" tapınağı adıyla da bilinen bu tapınak tarihi 11.yüzyıla kadar giden bir Tao tapınağıymış.


Efsaneye göre Tran Vu, Co Loa Kalesinin yapımı sırasında şeytanları uzaklaştırarak kral An Duong Vuong’a yardım etmiş. Bu nedenle onun anısına ithafen bu tapınak yapılmış. Tapınağın kapısındaki kaplan buranın bekçisiymiş. İç kısmı da oldukça renkli bir tapınak. Dindar kişiler ay takvimine göre yılbaşında, ayın 1. ve 15. günlerinde buraya gelirlermiş ve bu ibadetle sağlık, şans ve mutluluk dilerlermiş.


Burayı gezdikten sonra yola devam ettik. Her iki tarafta da göl manzarası seyretmeye başladık. Yerli bir kadın omuzunda askıyla meyve satıyordu. Şapkasını bizim başımıza takarak askıyla fotoğraf çektirmemizi sağladı. Biz de bunun üzerine 2 çeşit değişik gördüğümüz meyvelerden alarak hem kadına yardım etmek istedik hem de bu meyveleri tatmış olduk.


Yürümeye devam ettikten bir süre sonra bu sefer Tran Quoc Pagodayı gördük.


Kapısına kadar gittik ancak öğle tatili olduğundan burası da maalesef kapalıydı. Zaten biz de acıkmış ve biraz da yorulmuştuk. Açılış saatini öğrenerek tapınağın karşı tarafındaki göl kenarında olan bir restorana gittik. Açık havada oturup yemeklerimizi sipariş ettik. Menüde salyangoz görünce denemek istedim ve bir arkadaşım da bana katıldı. Diğer arkadaşımız ısrarlarımıza rağmen denemek istemedi. Salata ve içecekten ibaret set menülerden de 2 tane söyledik. Garsondan sipariş vereceğimiz salyangozlar için yardım istedik. Çünkü resimde küçük gözüken ve daha ucuz olan salyangozlar, bir de büyük ve biraz daha pahalı olanlar vardı. Garson bize büyük olanı önerdi ve nasıl yiyeceğimizi de tarif etti. Otlarla ve sanırım biraz pirinçle pişmiş iç kısmını çatalla sıyırıp getirdikleri bir sosa bandırıyorsunuz. İlginç bir deneyimdi ve tadı fena değildi.


Yemek sonrası üstüne bir de kahve içtik ve bütün bunların hepsine 100.000 Dong ödedik. Filipinlerde ortak hesabı ben ödediğimden hesaplar karışmasın diye Vietnam'da başka bir arkadaşım hesap ödemeye başlamıştı.

Yemeğimizi yedikten sonra vakit geldiğinden tapınağı gezmeye gidebilirdik. Küçük bir ada üzerinde yer alan Tran Quoc Tapınağının tarihi 1500 yılı geçen şehrin en eski tapınağı olduğu söyleniyormuş. Burası bir Budist Tapınağı olup göl üzerinde süzülen mimarisi nefes kesiciydi. 


Tapınak Budist inancına göre üç ana binadan oluşuyor. Burada yer alan heykeller ve diğer antikalar yüzlerce yıl önce yapılmış ve halen başarılı bir şekilde cilalanıp korunduğu için adeta bir müze gibiydi. Biz içeriyi gezerken insanlar başlarına bağladıkları bir bez parçasıyla bir budist rahibin arkasında ibadet ediyorlardı. Doğrusu çok ilginç bir görüntüydü ve rahatsız etmemeye çalışarak bir süre bu ibadeti izledim. 


3000 metrekare alana yapılan bu Tapınak hem mimarisi hem de muhteşem manzarası nedeniyle tarih boyunca Vietnam krallarının festivalleri, özel günleri ve ay dönümlerini kutladıkları bir yer olmuş. 


Tapınağın bahçesinde süzülen tapınma kulesi 1998 yılında yapılmış ve 15 metre yüksekliğinde 11 bölmeden oluşmaktaymış. Her bir kata yapılan tonozlu pencerede Amitabha'nın değerli taşlardan yapılmış bir heykeli bulunuyor. 



Burayı gezdikten sonra gidiyorduk ki dikkatimizi küçük su kaplumbağaları satan bir kadın çekti. Meğerse bu kaplumbağaları dilek dileyerek göle atıyormuşsunuz. İşi ticarete dökmüşler ve köprünün bir tarafında da küçük çocuklar uzun kepçelerle suya bırakılan kaplumbağaları tekrar yakalayarak satışa hazır hale getiriyorlardı. Biz de ritüeli kaçırmak istemedik ve biraz pazarlıkla 3 kaplumbağaya 60.000 Dong ödeyerek dileklerimizle birlikte suya fırlattık. Bunu yaparken tabi çok eğlendik.



Ho Chi Minh Müzesine gitmek için uzun bir yolu geri yürümemiz gerekiyordu. Yürüdükten sonra da gezmek için enerjimiz kalmayacaktı. Onun için bir taksiye binip Mozoleye kadar gittik ve bunun için 50.000 Dong ödedik. 

Ho Chi Minh'in müze haline getirilen evini, çalışma alanlarını gezmek için kişi başı 40.000 Dong ödeyerek biletlerimizi aldık. Oldukça kalabalık bir insan topluluğuyla birlikte geniş bir alanda bulunan müzeyi gezmeye başladık. 



Ho Chi Minh aslında çok mütevazi bir insanmış ve bunu yaşadığı her noktada görmek mümkündü. Burası da yaşadığı evmiş ve kullandığı eşyaları görünce abartıya kaçmadığından ve sıradan bir insanmış gibi yaşadığından hepimiz adamı takdir ettik.



Müze gezimizi tamamladıktan sonra tekrar bir taksi bulmaya çalıştık. Burası çok merkezi ve güvenlik açısından korumalı bir bölge olduğundan taksiyi bulmamız kolay olmadı. Bunlar da Mozole'de nöbet değişimi yapmak için giden askerler. 


En sonunda bindiğimiz taksiyle Edebiyat Tapınağına gittik. Burası 1070 yılında İmparator Ly Thanh Tong tarafından Konfüçyüs (Khong Tu) onuruna yaptırılan bir tapınakmış. Giriş çok kalabalıktı ve önce hatırladığım kadarıyla kişi başı 20.000 Dong olan biletlerimizi aldık.


Çok iyi korunmuş, geleneksel Vietnam mimarisi ile yapılmış Tapınak çok geniş bir alanda bulunuyordu. İçerde "Cennetin Berraklığı Kuyusu" adı verilen bir havuz, bir pagoda ve Konfüçyüs ile onun disiplinine ilişkin heykeller bulunmakta. Bahçedeki bonzailer,ağaçlar ve diğer bitkiler çok muntazam ve çok güzel dizayn edilmişti. 


Vietnam'ın özgün kıyafetlerini giymiş 2 kız fotoğraf çektiriyorlardı. Hemen aralarına girerek ben de bu anı ölümsüz kıldım. 


Burada aynı zamanda 1076 yılında sadece asillerin girebildiği Vietnam'ın ilk üniversitesi bulunuyormuş. 1442'den sonra daha eşitlikçi bir uygulama başlatılarak Konfüçyunizmi, edebiyatı ve şiiri öğrenmek isteyen ulusun tüm öğrencilerine açılmış.1484'de İmparator Ly Thanh Tong kayda değer başarı gösteren öğrencilerin isimlerinin ve doğum yerlerinin taş kitabelere kazınmasını emretmiş ve bugün 116 kitabeden 82'si ayakta kalabilmiş. Kaplumbağalar bilgeliği simgelediğinden bu kitabelerin taştan oyulan kaplumbağaların sırtına yerleştirildiğini gördük. Her iki tarafa eşit sayıda yerleştirilen kaplumbağa kitabeleri çok sayıda sınavın yapıldığı Mayıs aylarında öğrenci izdihamına sahne oluyormuş. Bu kaplumbağaların başının okşandığında başarılı olunacağı şeklinde bir inanç varmış. 


Pagodaya girmeden önce dilek dilermiş gibi yaparak fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmiyoruz. 


Girişte uzun bacaklarıyla bir kaplumbağanın üzerinde duran bir çift Phoenix (Zümrütü Anka Kuşu) adlı masalsı yaratığı görüyoruz. Bunlar da kaplumbağalar gibi Vietnam'ın kutsal hayvanları olduklarından okşanmaktan parlamışlar. Rivayet odur ki eğer bu kutsal hayvanlara dokunursanız bunlara atfedilen değer ve erdemler size de aktarılırmış. Bu fırsatı kaçırırmıyım hiç, ben de kaplumbağaların başını ve uzun bacaklı bu hayvanların boynunu okşadım. 



Vietnam kültüründe Phoenix adlı bu kutsal hayvanlar zenginliği temsil ediyormuş ve kaplumbağa, tek boynuzlu at, ejderha gibi diğer kutsal hayvanlarla birlikte barış, refah ve mutluluk isteğinin göstergesiymişler.

Tapınak ve diğer yapılar ahşap işçiliği ile yapılmış ve gerçekten çok muhteşem gözüküyorlardı. Pagodanın içindeki heykeller ve diğer eşyalar da çok göz alıcıydı.



Burayı gezmeyi tamamladıktan sonra otelimize dönerken Katedral ve Opera binalarını da dışarıdan görmek istedik. Taksi şoförü bunlara yakın durarak arkadaşların araçtan inip fotoğraf çekmesini sağladı. Daha sonra bizi otelimize götürdü. Ancak baştan fiyat konusunda anlaşmadığımızdan Vietnam'daki ilk kazığımızı da yedik. Üstelik ortak hesabımızı ödeyen arkadaşımız fotoğraf çekmek için telaşla inerken cüzdanını da düşürdüğünden üzerimizde kalan bütün parayı verdik. 270.000 Dong ödedik diye hatırlıyorum Demek ki adam bizden ne kadar çok istediyse bu rakam bile çok fazla. Adam istediğinden daha az olmasına rağmen parayı aldığı gibi kayıplara karıştı.

Odamıza çıkıp biraz dinlendikten sonra bu sefer Hoan Kiem Gölünü gezmek üzere yola çıktık. Zaten otelimize çok yakındı ve kısa bir süre sonra buraya ulaştık. Akşam da meşhur su kuklalarını izlemek istiyorduk. Önce gidip uygun olan saat için kişi başı 100.000 Dong ödediğimiz biletlerimizi aldık. Artık Su Kuklası Tiyatrosunun hemen karşısında olan Hoan Kiem Gölünü rahat rahat gezebilirdik. Gölün manzarası akşam ışıklarıyla birlikte çok güzel gözüküyordu. 



Hoan Kiem Gölü bir efsaneye de ev sahipliği yapıyor. Bu efsaneye göre Kral Le Loi bir arkadaşını ziyaret ettiğinde parlak metal bir plaka görüyor. Arkadaşının gölde balık tutmak isterken bu metali bulduğunu öğreniyor. Bu plakayı arkadaşından isteyerek eve götürüp bununla bir kılıç yapmaya çalışıyor. Aniden kılıcın üzerinde "Cennetle uyumlu" kelimeleri gözüküyor. Bu kılıcı savaşlarda kullanarak çok büyük başarılar elde ediyor. Daha sonra ülkeye barış egemen olduğunda Hoan Kiem Gölünden bir kaplumbağa çıkarak kılıcı ejderha krala iade etmesini söylüyor. Kral kısa bir tereddütten sonra kılıcı suya fırlattığında kaplumbağa bunu yakalayarak gözden kayboluyor. Bu efsanenin geçtiği yer göldeki köprü ile bağlı bir tapınak. 




Tapınağın orta yerinde efsaneyle örtüşecek şekilde yapılmış kocaman bir kaplumbağa duruyordu.





Şansımıza tam kapanma saatinde gelmiştik ve Tapınağı hızlı hızlı gezerek dışarı çıktık. Kukla gösterisi için daha zamanımız vardı. Tiyatronun hemen önündeki kafeye oturarak kahve içtik ve vaktimizi böyle geçirdik. Saat yaklaşınca gösteri salonuna gittik. Sahnede su dolu bir havuz vardı ve yan tarafta orkestra için sandalyeler konulmuştu.


Dünyada meşhur olan Thang Long Su Kuklaları Tiyatrosu kökenini 11. yüzyıla kadar giden bir sanat formundan almaktaymış. Su kuklası tiyatro geleneği pirinç tarlalarının su basması nedeniyle köylülerin eğlenmek için bele kadar gelen suda ayakta durarak kuklalarla su üzerinde oynamalarıyla doğmuş. Kuklacılar, sahnenin arkasına gizlenerek ve kuklalara destek olan geniş çubuklar kullanarak suda hareket etmekteymiş. Su kuklacılığının bu antik sanat tarzı Hanoi’de uzun bir geçmişe sahipmiş. Asya’nın kukla geleneğinin benzersiz Vietnam tadını almak için Hanoi’de pek çok tiyatro bulunmaktaymış. Orijinal ve hatta pek çok kişi tarafından en iyisi olarak görülen tiyatro ise bizim de gitmiş olduğumuz Thang Long Kukla Tiyatrosuymuş.

Önce orkestra geldi ve bir kadın çok güzel sesiyle halk şarkıları söylemeye başladı. Bu solistler kuklalar tarafından sergilenen hikayeyi anlatmak üzere opera tarzında otantik Vietnam şarkıları söylüyorlardı. Kuklalar sahneye gelmeden önce birkaç şarkı söylendi. Performanslara davullar, tahta çanlar, borular, bambu flütler ve ziller kullanarak geleneksel müzik yapan bir Vietnam orkestrası eşlik ediyordu. 

Daha sonra müzikle birlikte sahnede kuklalar gözükmeye başladı. Kuklalar sahnenin arkasına gizlenen bir grup kukla ustası tarafından kontrol edilerek su üzerinde dansetmeleri ve akıcı bir şekilde kaymaları sağlanıyormuş. 


Pek çok gösteri komik bir şekilde sahneye konulan pirinç hasatıyla ilgili kutlamalar da dahil olmak üzere Vietnam’ın folklorik masallarını ve efsanelerini anlatıyormuş. Bu efsanelerden biri ise Hoan Kiem Gölü ve dev kaplumbağanın hikayesinin anlatıldığı meşhur Kral Le’nin Düzeltilmiş Kılıcı efsanesiymiş.


Sözlerini anlamasak da kukla gösterisi çok hoşumuza gitti. Ne kadar sürdü hatırlamıyorum ama yaklaşık 1 saat geçti sanırım. Daha sonra binadan dışarı çıktık ve bu da tiyatronun dışarıdan görüntüsü.


Kukla gösterisinden çıktıktan sonra Hanoi'nin meşhur gece pazarını gezmeye başladık. Ancak çok beğendiğimizi söyleyemem. Kıyafetler o kadar kaliteli durmuyordu ve diğer süs eşyaları da çok pahalıydı. Yine de bir arkadaşım bir sırt çantasını çok uygun fiyata aldı. Bunun dışında alışveriş yapacak birşey bulamadık. 


Buradan yürüyerek otelimize döndük. Bir an önce uyuyup iyice dinlenmek istiyorduk. Çünkü ertesi gün otelimizin bize ayarladığı turla Ha Long Körfezine gidecek ve orada bindiğimiz teknede de 1 gece konaklayacaktık.

Böylece Hanoi şehir gezimiz sonaermiş oluyordu. Doğrusu 1 gün içinde böyle bir şehri tam anlamıyla gezebilmek mümkün değil. Bu kadar renkli ve kültürel anlamda zengin bir şehri belki 1 haftada gezmek gerekir. Yeterli olmasa da biz de gezip gördüklerimizden son derece hoşnut kaldık. Burası gerçekten çok farklı bir dünya ve adeta bir film setine girmiş gibi hissediyorsunuz. Gidip görmenizi ve şehri hissetmenizi şiddetle tavsiye ederim.   

0 yorum:

Yorum Gönder