5 Eylül 2016 Pazartesi

On 07:06:00 by Gülten İşcimen in    No comments
İtalya gezimizde güzergahımız üzerinde bulunan sevimli şehir Lucca'yı da ihmal etmedik.


17 Mart 2016 

Lucca, İtalya'nın Kuzeyindeki Toscana bölgesinde, Serchio Nehrinin içinden geçtiği, Ligurya Denizi kıyılarındaki verimli bir düzlükte kurulmuş olan bir İtalyan kentidir. 

Toskana bölgesinin en güzel kasabalarından birisi olarak kabul edilen, M.Ö. 180 yılında hazırlanan sokak planı ile Ortaçağ’dan kalan daracık sokaklara açılan Lucca, Etrüksler tarafından kurulmuş bir şehir olup tarihi Antik Roma dönemine kadar uzanmaktadır. Bugün Şehrin nüfusu yaklaşık 90.000 kişi kadarmış. 

Tarihte özellikle askeri açıdan önemli bir noktada bulunması nedeniyle tüm şehrin etrafı bugün bile çok iyi durumda olan Rönesans döneminden kalma tarihi surlarla çevrilidir. 1504 yılında Alessandro Farnese tarafından şehre giriş çıkışları kontrol altına almak ve düşman saldırılarından korunmak için yapımına başlanan Şehir duvarları ancak 1645 yılında tamamlanabilmiş. Düşman saldırılarına karşı şehri korumak için inşa edilmesine rağmen toplam uzunluğu 4 kilometreyi bulan Lucca surları hiç bir zaman bir saldırıya maruz kalmamış.

Surlarda yer alan şehir giriş kapıları San Donato, Santa Maria ve San Pietro'ya ilaveten Fransız işgali sırasında Napolyon'un kız kardeşi Elisa'ya atfen yeni bir kapı, Porta Elisa kapısı açılmış ve daha sonra San Jacabo ile Sant'Anna kapıları da ilave edilmiş.

Leonardo da Vinci tarafından tasarlanan Lucca surlarının üzerine yüzlerce ağaç dikilmiş. Surların üzerinde yürüyenlerin ve bisiklete binenlerin yanısıra duvarların hemen yanında yer alan bitkilerle ve ağaçlarla güzelleştirilmiş upuzun bir yürüyüş yolunu da görmek mümkündür.

Birçok tarihi ve mimari güzellikteki yapıyı barındıran tarihi Lucca Kasabası bu tarihi surların içindeki bölgede bulunmaktadır. Oldukça küçük bir şehirmiş ve bizim gibi zaman kısıtınız yoksa yürüyerek eski şehri baştanbaşa gezmeniz mümkündür. 

Lucca ve civarında pek çok müzisyen doğmuş ve yaşamış. Bunların içinde en önemlisi ve Lucca’lıların gurur duydukları kişi Puccini’ymiş. Lucca'da halen çeşitli müzik festivalleri de yapılmaktaymış. Sizin de gittiğiniz dönem böyle bir festival dönemine denk gelirse sakın kaçırmayın derim.

Biz de Lucca'da tren istasyonundan çıktığımızda bizi ilk karşılayan hasar görmeden ayakta kalabilmiş surları oldu.



Önümüzde ellerinde ağır müzik aletleri olan gençlerle bir anne çocuk yürüyerek surlara doğru gittiler. Bir an onların peşine takılarak şehir merkezine gideceğimizi düşünsem de elimizdeki yol tarifine uymayı tercih ettim. Kale duvarlarının içinden geçip kent merkezine kolayca ulaşacakken sanırım elimizdeki yol tarifini yanlış anladık ve surların yanındaki ağaçlık alanda yürüyerek epeyce yol aldık. Sokaklarda ve caddelerde de yol tarifi soracağımız çok fazla insan göremeyince ara sokaklara daldık. Buralarda çok güzel evler gördük. 


En nihayet bir manastırın karşısında konuşan iki adama yaklaşarak kent merkezine gitmek istediğimizi söyleyince çok fazla uzaklaştığımızı ve kent merkezinin surların içinde kalan kısım olduğunu söylediler. Önce oraya kadar gitmişken isminin Santa Gemma olduğunu öğrendiğimiz bu manastırı gezdik.




Biraz da kendi hatamız yüzünden Lucca’da çok yürümek zorunda kaldık ama buna hiç üzülmedik. Çünkü kaybolmamış olsak tarihi Kentin dışındaki o güzelim sokakları görememiş olacaktık.


Yürüdüğümüz yolun bir kısmını gerisin geriye yürüyerek surların içine girecek bir kapı aradık. Nihayet bulup surların iç kısmına girdiğimizde tarihi dokuyu hemen farkettik. 


 





Girdiğimiz yolun devamı Lucca'nın önemli alışveriş merkezlerinden birisi olarak kabul edilen Via Fillungo’ya çıkıyormuş. Burası çok güzel ortaçağ mimarisini barındıran dar sokaklardan bir tanesine sağlı sollu bilindik markaların birer dükkan açtığı bir caddeydi. Bu cadde üzerinde yürüdüğümüzde Lucca yerel halkının çok şık, bakımlı ve güleryüzlü insanları da dikkatimizi çekmedi değil.




Şehrin sokaklarında yürümeye devam ettik ve sonunda büyük bir meydana ulaştık. Lucca’da tam 43 tane kilise varmış ve bunlardan en önemlisi ise dış cephesi Carrara mermerleri ile kaplanmış Roman tarzında yapılmış olan San Michele in Foro Kilisesiymiş. Eski şehrin merkezinde San Michele meydanında bulunan bu görkemli kilise Lucca'nın sembollerinden birisiymiş.

Papa II Alexander tarafından 1070 yılında yaptırılmış olan bu Kiliseye tarih boyunca ilaveler yapılmış. Kilisenin yapımı yaklaşık yüz yıl sürmüş. Binanın tepesindeki bronz anıt ise aziz San Michele'yi tasvir ediyormuş. Sağ alt cepheye, 1476 yılında veba sonunu kutlamak için Matteo Civitali tarafından bir Madonna Salutis Portus heykeli yapılmış.

Romalılar zamanında burada şehir forum'u bulunuyormuş. Çan kulesi ile bütünlük gösteren kilise binasının iç mimarisi çok dikkat çekici değilmiş ama Kilisenin özellikle mermer ön cephesinin zarif detayları çok güzel ve dikkat çekici gözüküyordu.







Biraz yorulmuştuk ve meydanın ortasında bulunan heykelin önündeki platforma oturduk. Yorgunluktan kalkıp heykelin kim olduğuna bakmadık. Lucca'dan içlerinde Puccini'nin de bulunduğu birçok müzisyen çıktığını ve Puccini’nin bir heykelinin bir meydanda bulunduğunu biliyorduk. Kolaycılığa kaçıp bunun Puccini'nin heykeli olduğunu düşündük. Heykelin epeyce fotoğrafını çektikten sonra iki arkadaş olarak birlikte bir fotoğraf çektirmek istedik. Yan tarafta oturan ve bir şeyler yemekte olan bir adama fotoğraf çekmesini rica ettik. Adam fotoğrafı çektikten sonra nasıl olduğuna baktığımızda sadece ikimizin olduğunu ve fotoğrafta heykelden eser bulunmadığını gördük. Adama belli etmeden buna epeyce güldük ve eğlendik.


Daha sonra yürümeye başladık ve bir tabelada “Puccini’nin evi” yönlendirmesini görünce gördüğümüz heykelin Puccini olup olmadığı konusunda içimize şüphe düştü. Gerçekten de o heykel 16. Yüzyıl Lucca politikacılarından birisi olan Francesco Burlamacchi’ye (1498-1547) aitmiş. Francesco Burlamacchi yerel tüccarlardan ve zengin olan bir aileden geliyormuş. Lucca’yı Medici ailesinin hegemonik baskısından kurtarmayı görev edinerek gizli planlar yapmaya başlamış. Toskana ve Lucca arasında savaş kaçınılmaz hale gelince o zamanki Roma imparatoru V. Carlo, Burlamacchi’nin yakalanmasını emretmiş. Burlamacchi, Milano mahkemesinde yargılanarak başı kesilmiş. Bu heykel de hiçbir zaman Toskanalılığı kabul etmeyenlerin ve yerel Masonların bir sembolü olarak bu meydana dikilmiş. Bugün bile anti Toskanalılık güçlü bir şekilde kentte hissediliyormuş.

Puccini’nin evini gösteren tabelaları takip ederek Piazza Cittadella’ya ulaştık. Ünlü kompozitör Puccini’nin heykelinin etrafı okul çocuklarıyla çevriliydi. Çocuklar dağılınca elinde sigarası ile Puccini'nin heykelini gördük ve birkaç kare fotoğrafını çektik. Ancak vaktimiz olmadığından Puccini'nin evinin içine girmeden ayrılmak zorunda kaldık. Lucca ve civarında pek çok müzisyen doğmuş, yaşamış ama aralarında en meşhuru Puccini olmuş. Meydanda yer alan müzisyenin doğduğu ev (Casa di Puccini) 1979 yılında Müzeye çevrilmiş. Müzede kişisel belgeler, eşyalar ve ilk çaldığı piyano bulunuyormuş.



Tarihi şehrin sokaklarında ilerlerken Duomo San Martino'yu gördük. San Martino Katedrali orijinal olarak 6. yüzyılda San Frediano tarafından aziz San Martino'ya atfen yapılmış. Yüzyıllar sonra Papa Alexander II tarafından yenileme çalışmaları yapılan Katedral büyük oranda yenilenmiş. Pisa Katedralinde de çalışan heykeltıraş ve mimar Guidetto di Como katedralin ön cephesini çalışmış. Katedralin yapımında önemli oranda beyaz, yeşil ve kırmızı mermerler kullanılmış. Katedralin tamamen bitirilmesi 15.yüzyılı bulmuş. Katedralin tavan freskleri ve dış cephedeki ince işçiliği olağanüstüymüş. Katedralin en önemli eseri ise ahşaptan yapılmış Hz. İsa figürü olan Volto Santo imiş Biz içeri girmeden dışarıdan görmekle yetindik ve maalesef katedralin fotoğrafını da çekmemişim.

Lucca tarih boyunca ipekleri ile de ön plandaymış. İtalya ile Avrupa’nın ipek başkenti olarak adlandırılıyormuş. Yürüyüş rotasındaki cadde üzerinde çeşitli dükkanlara girip çıktık ve küçük hediyelik eşyalara baktık. 

Eski dönemlerde Lucca ve civarında 200'den fazla kule olduğu söyleniyormuş. Bugün için bunlardan çok azı ayakta kalabilmiş. Guinigi Kulesi de bunlardan birisiymiş. 15 yüzyılın zengin ailelerinden ve Lucca'yı Floransalı Medici ailesine karşı savunan Guinigi'lerin evlerinin yanına eklenen kule yaklaşık 45 metre yüksekliğindeymiş ve 230 basamakla çıkılıyormuş. Biz de burada bulunan ünlü Guinigi Kulesi ‘ne çıkmak istiyorduk. Kulenin en önemli özelliği ise tepesinde canlı meşe ağaçlarının olmasıymış. Kuleye çıkış ücretli olup ilk çıkışta merdivenler genişmiş ve duvarlar da dini figürlerin bulunduğu hoş resimlerle süslenmiş. Yarıyı geçtikten sonra yaklaşık bir metre genişliğinde demir merdiven başlıyormuş. Sonlarına doğru yaklaşık 20-25 basamaklık bir bölüm ise çok darmış. Ancak yukarıya ulaşınca şehrin manzarası çok güzel gözüküyormuş.

Saat Kulesi de yine bu güzergahta görülebilecek tarihi yapılardanmış ve Guinigi Kulesinden sonra yürümeye devam edince de Romalılardan kalma Amfi tiyatro gezilebiliyormuş. Lucca Amfiteatro Meydanı 19. yüzyılda mimar Lorenzo Nottolini tarafından Lucca'nın orijinal Roma Amfiteatrosunun (II. yy.) bulunduğu yerde inşa edilmiş. Günümüzde 4 giriş kapısı bulunan meydandaki bitişik binaların bir bölümü restoran ve cafe olarak kullanılıyormuş.

Kulenin yolunu bulamayınca ve herhangi bir tabelaya da rastlamayınca bir çiçekçiye yol tarifi sorduk. Geldiğimiz yolun ters tarafına eliyle işaret ederek İtalyanca bir şeyler söyledi ve söylediklerinden sadece payte payte sözcüklerini kulağımız algıladı ve sözcükler bize çok eğlenceli geldi. Bu sözcüklerden Kule’ye gitmek için uzunca bir süre yürümek zorunda kalacağımızı anlayarak Kule'yi bir daha yolumuz buraya düşerse görmek üzere Lucca’daki gezimizi sonlandırdık. Dönüş yolu üzerinde muhteşem bir manzara bize eşlik etti.






Lucca’ya gidecek olanlara gezilecek yerleri özet olarak vermek gerekirse; Roman Amfi-tiyatro, Lucca San Martino Katedrali, İtalyan besteci Puccini’nin ilk defa org çaldığı San Michele in Foro Kilisesi, Torro Guinigi (Guinigi Kulesi), 1112-1147 yılları arasında inşa edilen dış cephesinde iki tarafında meleklerle Hz. İsa'nın renkli mozaiklerinin bulunduğu içerisinde de Lucca'nın azizi olan Santa Zita'nın mumyalanmış olarak camekan içinde sergilenen mezarının olduğu San Frediano Kilisesi, üç tarafı yemyeşil ağaçlarla çevrili Piazza Napoleone (Napolyon Meydanı), yapılış tarihi 1660 yılına dayanan ve gezerken Barok etkisini villanın mimarisinde, süslü havuz ve heykellerinde görebileceğiniz Palazzo Pfanner ve bahçesi, 14. yüzyılda yapılan Palazzo Ducale (Dükler Sarayı) Lucca'da gezilecek yerlerdir.

Daha sonra tren istasyonuna döndük ve Floransa için kişi başı 7,50 Euroya bilet aldık. Biletimiz Santa Maria Novella (SMN) istasyonu içindi. Ancak boşu boşuna acele ettiğimizi anladık. Çünkü en yakın tren için yaklaşık bir saat istasyonda beklemek zorundaydık. Keşke biletimizi gelir gelmez alsaymışız ve tren saatlerini öğrenerek şehre girseymişiz. Çünkü yaklaşık her saat hareket eden trenlerden hangisine bindiğiniz çok önemli değil ve aldığınız bilet 60 gün boyunca geçerli oluyormuş. Makineye okuttuğunuz andan itibaren de altı saat içinde kullanmanız gerekiyormuş. Neyse bu bilgiler İtalya’ya bir gün tekrar yolumuz düşerse işe yarar veya gitmeyi düşünenlere de faydası olur.

Biz Lucca’da herhangi bir şey yiyip içemedik ama araştırıp gerekirse diye bulundurduğum listeyi belki faydası olur diye ekliyorum.

Peynir çeşitleri, fasulye, kereviz, soğan, ada çayı, kekik ve etle hazırlanan çorba "Farro", 

Soğan, bezelye, enginar, kuşkonmaz, taze fasulye, et ve bacon ile hazırlanan çorba "Garmugia",

Mısır unu ve parmesan peyniriyle fırında veya kızartılarak hazırlanan mantarlı polenta "Matuffi", 

Mevsim sebzeleri ile hazırlanan sufle "Sformato",

Kestane unu ile hazırlanan krep "Necci" (En çok bunda aklım kaldı).

Lucca, bu bölgeye yolunuz düşerse mutlaka görülmesi gereken küçük bir şehir ve dar sokaklarıyla, sevimli meydanlarıyla, güleryüzlü insanlarıyla sizi sarıp sarmalıyor. Biz çok sevdik ve umarım sizler de seversiniz.

0 yorum:

Yorum Gönder