9 Eylül 2016 Cuma

On 00:15:00 by Gülten İşcimen in    No comments



17 Mart 2016 

Lucca’yı gezdikten sonra Floransa’ya gitmek için biletimizi 7,5 Euro’ya aldık ve trene 13.30 civarında bindik. Tren yol boyunca inenler ve binenlerle sürekli hareket halindeydi. Arkadaşım bir süreliğine uyudu ama maalesef sabah erkenden kalkmama rağmen yan taraftaki İtalyanların konuşmaları yüzünden bir türlü uyuyamadım. İtalyanlar bu yönleriyle de bize benziyorlar. Sesli ve gürültülü bir tarzda konuşuyorlar.

Lucca ve Floransa arasındaki mesafe çok fazla olmadığından yaklaşık bir saat sonra Floransa’ya ulaştık. Floransa küçük bir şehir görünümünde olup, dar sokakları ve restore edilmiş tertemiz eski tip evleriyle sizi sarıp sarmalıyor. Floransa’nın Roma'nın kuzeyinde olması nedeniyle biraz daha soğuk olduğunu bildiğimizden tedbirli davranmıştık. Yanımızda hırkalarımız ve montlarımız vardı. Otelimiz (Hotel Sempione) Floransa’nın en büyük kiliselerinden biri olan Santa Maria Novella’ya ve dolayısıyla tren istasyonuna çok yakındı. Çok fazla aramadan kısa bir süre sonra Otelimizi bulduk ve eşyalarımızı odamıza yerleştirdikten sonra kendimizi hemen dışarı attık.

Önce çok yakın olduğu için Santa Maria Novella Kilisesini (Yeni Meryem Ana Kilisesi) görmek istedik. Bu kilise içine girmenin paralı olduğu nadir kiliselerden birisi ve bilet bedeli 5 Euro. Bu kilise Floransa’nın ilk büyük bazilikası ve şehrin ana Dominikan kilisesiymiş. Kilise özellikle erken dönem Rönesans ve Gotik sanatının mükemmel bir örneğini teşkil ediyor. Mezarlarının konulacağı şapeller yapılması şartıyla varlıklı ve önemli Floransa’lı aileler bu kilisenin yapımını finanse etmişler.


Basilica, 9. yüzyılda burada yer alan bir mabedin üzerine yapıldığından “yeni” olarak adlandırılmış. Daha sonra bu alan 13. yüzyılda Dominikan mezhebine tahsis edilince iki din adamı tarafından yeni bir kilise dizayn edilmiş ve manastır inşasına yaklaşık 1246 yılında başlanmış. Ancak bu inşaat on yıllarca sürmüş ve kilise ancak 1420 yılında kutsanabilmiş. Bundan sonra da kilisenin inşasına devam edilmiş ve siyah-beyaz mermerden yapılan ön cephesi zamanın ünlü mimarlarından Leone Battista Alberti tarafından yapılmış.


Geniş iç alan bir Latin haçı şeklinde dizayn edilmiş. Kilisenin ortasından vitray camlı iki koridora ayrılıyor. Uzun kısmı yaklaşık 100 metre olduğundan sadelik ve boşluk duygusu veriyor. İç alanda aynı zamanda Yunan ve Roma’nın klasik dönemlerinden esinlenmiş corintian sütunlar var. Vitray pencerelerden bazıları 14 ve 15. yüzyıldan kalmaymış. Örneğin Filippino Lippi tarafından 15. yüzyılda dizayn edilen “Madonna and Child” ve “St. John and St. Philip” (Aziz Filippo ve Aziz Yahya) Filippo Strozzi Şapeli'nde bulunmaktadır. Bazı vitray pencereler zamanla tahrip olmuş ve yerine yenileri yapılmış. 



Kilisedeki kürsü 1443 yılında Filippo Brunelleschi tarafından dizayn edilmiş ve evlatlığı Andrea Calvalcanti tarafından gerçekleştirilmiş. Kürsünün özel bir önemi varmış çünkü Galileo Galilei’nin suçlanmasına ve sonuçta yargılanmasına kadar götüren ilk saldırılar bu kürsüden yapılmış.



Masaccio tarafından 1424-1425 yıllarında yapılan “The Holy Trinity” (Kutsal Üçleme) sol koridorun ortasında yer almaktadır. Bu eser perspektif ile matematiksel orantılara ilişkin yeni fikirleri gösterdiğinden erken dönem Rönesansına öncülük yaptığı kabul ediliyor. Masaccio’nun resim sanatındaki bu önemi Bruneleschi’nin mimari ve Donatello’nun da heykel alanında görülmekte.


Sağ koridordaki önemli bir eser de Bernardo Rosselino tarafından 1451 yılında yapılan “the Tomba della Beata Villana” isimli bir anıt. Aynı koridorda birisi Tino di Camaino ve diğeri Nino Pisano tarafından yapılan “the Bishop of Fiesole”’nin lahitleri bulunuyor.

Kilisede eserleri olan sanatçılar:

-Sandro Boticelli’nin kapının üzerinde bulunan doğuşa ilişkin erken dönem çalışması.

-Baccio D’Agnolo’nun ağaç oyma çalışmaları.

-Bronzino’nun “the Miracle of Jesus” çalışması.

-Filippo Brunelleschi’nin “The Crucifix” çalışması.

-Tino da Camaion’nun St. Antoninus’a ait büstü ve “Bishop of Fiesole” nin lahti.

-Nardo di Cione’nin ilahi yargıya ilişkin freskleri.

-Duccio’nun “Rucellai Madonna” çalışması.

-Lorenzo Ghiberti’nin Leonardo Dati’ye ait mezar taşı.

-Domenico Ghirlandaio’nun freskleri.

-Filippino Lippi’nin Strozzi Şapeli'ndeki freskleri. 

-Benedetto da Maiano’nun Filippo Strazzi’ye ait mezar taşı.

-Giacomo Marchetti’nin “Martyrdom of Saint Laurence” çalışması.

-Masaccio’nun “The Trinity” çalışması.

-Nino Pisano’nun “Madonna with Child” çalışması.

-Bernardo Rosselino’nun “the Beata Villana” anıtı.

-Santi di Tito’nun “Lazarus Raised Death” çalışması.

-Paolo Ucello’nun freskleri.

-Giorgio Vasari’nin “Madonna of the Rosary” çalışması.

Bunların içinde Kilise’de mutlaka görülmesi gereken eserler arasında Giotto’nun Çarmıhı, Ghirlandaio’nun “Vaftizci Yahya’nın Yaşamı freski”, Uccello’nun “Yeşil Revak taki Nuh ve Tufan freskleri” ile İspanyol Şapeli'ndeki freskler sayılabilir.


Altare Della Purificazione di Maria 



Altare Di San Michele Arcangelo e San Jacopo 






Altare Del Battesimo Di Gesu 





Altare Di San Antonino 




Altare Dei Santi Cosma Damiana 



Altare Di Santa Caterina Da Siena 







Altare Di San Raimondo Penafort 



Altare Della Resurrezione Di Lazzaro 



Altare Di San Tommaso Di Canterbury 


Şapelleri de ismen sıralayarak bu Kilisenin içini anlatmaya devam edelim.


Capella Gaddi 



Capella Gaddi 


Gondi Şapel ana mihrabın sol tarafında konumlanmış ve 13. yüzyılın sonlarında yapılmış.


Capella Gondi 



Filippo Strozzi Şapel ana mihrabın sağ tarafında konumlanmış.


Capella Di Filippo Strozzi 



Capella Di Filippo Strozzi 



Capella Di Filippo Strozzi 


Rucellai Şapel sağ koridorun sonunda konumlanmış.


Capella Rucellai 


Bardi Şapel apsisin sağındaki ikinci şapel olarak konumlanmış.


Capella Bardi 



Capella Bardi 



Capella Bardi 



Capella Bardi 













Spanish Şapel manastırın daha önceki yönetim binasıymış. Basilica oldukça geniş bir alana yapılmıştı. Diğer kiliselerden farklı olarak çok ilginç bir mezarlığı görme fırsatımız oldu. Gömülen kişilerin adları yazılan, yerde ve duvarda peşpeşe birbirini takip eden mermer levhalar üzerinde yürünebiliyordu. İlk kez böyle bir mezarlığı gezmenin şaşkınlığı içerisindeydik.





Burayı gezdikten sonra uzaktan zaten görünmekte olan Santa Maria del Fiore Katedraline doğru yürüdük. Yakınına geldikçe ihtişamına daha yakından tanık olduk. Katedral şehrin birçok yerinden görülebiliyor ve şehrin sokaklarında kaybolduğunuz anda buraya doğru gelerek yönünüzü kolayca belirleyebiliyorsunuz.




Katedralin olduğu meydana Duomo Meydanı deniyor. Santa Maria del Fiore Katedralinin inşasına 1296 yılında başlanmış ve ilk mimarı Arnolfo di Cambio olmuş. Daha sonra pek çok mimar Katedralin değişik kısımları üzerinde çalışmış ve en nihayetinde 1436 yılında kutsanarak ibadete açılmış.


Katedralin genel bakımdan geç Gotik üslup özelliklerine göre tasarlandığı ve renkli mermer cephe kaplamalarıyla da Romanesk üslubunu çağrıştırdığı belirtilmekte. Yapının planı haç şeklinde olup 42 metrelik bir açıklığı örten muhteşem kubbesi Rönesansın ilk önemli mimarlık eserlerinden biri sayılmakta.

Rönesans mimarisinin öncülerinden olan Filippo Brunelleschi (1377-1446) çalışmalar yapmak amacıyla Roma’ya gittiğinde Roma mimari stilini öğrenmiş ve bunları Floransa’daki eserlerinde kullanmış. Katedralin kubbesinin Brunelleschi tarafından Pantheon’dan ilham alınarak yapıldığı belirtilmekte.

Katedral kompleksinin hemen yanında tepesine çıkmanın mümkün olduğu bir çan kulesi (Campanile di Giotto) ve karşısında da Vaftizhane (Battistero di San Giovanni) bulunuyor. Bu üç yapı UNESCO Dünya Mirası Listesinde Floransa’nın tarihi merkezi olarak yer almaktaymış. Basilika İtalya’nın en büyük kiliselerinden birisi ve modern çağdaki yeni inşaat materyallerinin keşfine kadar kubbesi de dünyanın en büyüğü olmuş. Bugüne kadar tuğladan inşa edilen en geniş kubbe olma özelliğini hala koruyormuş.


Vaftizhane’nin ise kapıları meşhur ve burası Floransa’nın 1401 yılında vebadan kurtulmasının anısına sanatçı Ghiberti’ye yaptırılmış. Ghiberti, Kuzey Kapılarını 28, Doğu Kapılarını 21 yılda tamamlayabilmiş. Doğu Kapılarına hayran kalan Michelangelo bu kapıya “Cennetin Kapıları” adını vermiş. Bronz olan bu kapılarda İncil’den sahneler yer alıyor. Aşağıda yer alan kapı Vaftizhane'nin değil Katedralin kapılarından birisi. Maalesef Vaftizhane kapılarını çekmemişim. Vaftizhanenin tavanındaki 13. yüzyıla ait mozaikler de görülmeye değermiş.




Biz de bu ünlü Katedralin içini gezmek ve çan kulesinin tepesine çıkarak şehri tepeden seyretmek istedik. Bilet almak istediğimizde Katedral + Vaftizhane + Çan Kulesi olarak üçlü paketi kombine olarak birlikte almak zorunda olduğumuzu ve biletlerini ayrı ayrı alamayacağımızı öğrendik. Görevli bu üç yeri layığıyla gezmek için en az iki saat ayırmamız gerektiğini ve kapanış saatine yetişemeyeceğimizi söyleyerek nazikçe bizi uyardı. Bu üçlü paketin fiyatı o kadar yüksek olmasaydı biz yine de gezebildiğimiz kadarıyla gezmeye niyetlenmiştik. Bilet fiyatını görünce Floransa’ya tekrar gelmek için bir gerekçemiz de olacağı için Katedrali sadece dışından seyretmekle yetindik. Bu nedenle Katedral kompleksiyle ilgili çok fazla ayrıntıya girmiyorum. Buraya tekrar gidersek o zaman çektiğim resimlerle de zenginleştireceğim bilgileri aktaracağım. 

Duomo Meydanında bir süre dolandıktan sonra biraz da kalabalığın peşine takılarak yürümeye başladık. 


Biraz ilerlediğimizde şehri ikiye bölen Arno Nehri’nin üstündeki pek çok köprüden biri olan meşhur Eski Köprü’yü (Ponte Vecchio) gördük. 1345'de yapıldıktan sonra bu Köprü yüzyıllarca Floransa'nın tek köprüsü olmuş ve Floransa’nın simgelerinden biri haline gelmiş. 







Bu köprünün en büyük özelliği üstünde evlerin ve dükkanların bulunması. Oldukça ilginç bir görünümü olan bu Köprü boyunca özellikle mücevhercileri ve bunun yanında değerli sanat eserleri ile hediyelik eşya satan dükkanları gördük. Yapıldığında ilk olarak bu dükkanlarda kasaplar bulunuyormuş ama Floransa Dükü kasapların etrafa yaydığı kokudan memnun olmadığından kasapları kaldırtmış ve bunların yerini kuyumcular almış. Kuyumcuların artışıyla birlikte Köprünün tam ortasına ünlü kuyumcu Benvenuto Cellini'nin bronz bir heykeli dikilmiş.


Köprü’ye Ponte Santa Trinita ve Ponte alle Grazie adlı iki komşu köprü eşlik ediyor. Köprü’nün bulunduğu nokta Arno Nehri’nin en dar olduğu yermiş ve ilk kez Romalılar zamanında inşa edildiğine inanılıyor. Köprüyle ilgili ilginç bir hikaye de var. Ekonomik bir kavram olan “iflas”ın ilk kez burada ortaya çıktığı belirtiliyor. Para işleriyle uğraşanlar borçlarını ödeyemeyince işlemlerini yaptıkları banko fiziksel olarak askerler tarafından kırılırmış. Bu eyleme “bancorotto” (kırık masa) denilirmiş ve masası olmayan tüccar artık hiçbir şey satamazmış.

Köprü yapılırken o günkü kent yöneticilerinin herhangi bir saldırıya uğramadan Pitti Sarayı'ndan Uffizi Müzesi'ne geçebilmesi için dükkanların üst katında bir koridor tasarlandığı ve bu koridorun Pitti Sarayı ile Uffizi'yi birbirine bağladığı söylenmektedir. Vasari Koridoru olarak adlandırılan bu geçitte bugün Medici ailesine ait sanat koleksiyonlarından bazılarının sergilendiği belirtilmektedir. Köprünün üstünden geçerek şehrin diğer tarafına geçtik ve orada birçok şarap dükkanı olduğunu gördük. Floransa, Toscana bölgesinde yer aldığından şarapçılık da oldukça gelişmiş. 

Köprüyü geçtikten sonra çok fazla yürümeden geniş bir meydanda bulduk kendimizi. Medici'lerin Floransa’da bulunan yazlık sarayları olan Palazzo Pitti dışarıdan bakıldığında pek de güzel görünmüyordu.


Büyük oranda Rönesans sarayı olarak nitelenen Pitti Sarayı ilk olarak Florentinli bir banker olan Luca Pitti tarafından 1458 yılında yaptırılmış. Daha sonra Saray Medici'ler tarafından 1549 yılında satın alınarak Dükalığın en büyük rezidansı ve hazine dairesi olarak kullanılmaya başlanmış. 18. Yüzyılın sonlarında ise bu Saray Napolyon’un bir süreliğine hükümet üssü olarak da kullanılmış ve en sonunda 20. yüzyıl başından itibaren en geniş sanat galerisi olarak halka açık hale getirilmiş. Pitti Sarayının içinde Costume Gallery, Paletine Gallery, Gallery of Modern Art gibi bölümler var ve bu saray 32.000 metrekarelik bir alanda bulunmakta. 


Sarayın arka tarafında bulunan Boboli Bahçeleri (Giardino di Boboli) ise orijinal bir dizayna sahip, servi ve çam ağaçlarıyla kaplı, çok büyük ve çok güzel bir bahçeymiş. Ayrıca tepelik bir alanda yer alan bu Bahçeden nefis bir Floransa manzarası da izlenebiliyormuş. Artık akşam olmak üzereydi ve zamanımız ne Pitti Sarayını ve ne de Boboli Bahçelerini gezmek için yeterli değildi. Bir daha Floransa’ya gidersek gezmeye karar vererek dışarıdan görüntü almakla yetindik.


Hızla buradan geri dönerek henüz gezemediğimiz yerleri bulma arayışına girdik. Biraz da tesadüfen Piazza della Signoria’ya ulaştık. Signoria Sarayı olarak da bilinen Palazzo Vecchio’ya ev sahipliği yapan ve pek çok heykelin bulunduğu bir meydan burası. “David”, “Rape of Sabine woman”, “Perseus with the Head of Medusa” gibi birçok eserin gerçeği ya da kopyalarını bu meydanda görebiliyorsunuz. Floransa’nın en büyük meydanlarından birisi olan bu meydanda inanılmaz bir kalabalıkla birlikte İtalya’da, Rönesansın merkezinde olduğunuzu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Meydanda yemek yiyebileceğiniz ya da bir şeyler içebileceğiniz birçok kafe de mevcut.




Palazzo Vecchio da Palazzo Pitti gibi Medici'lere ait bir saray olma özelliği taşıyor. 1298-1314 yılları arasında Arnolfo di Cambio tarafından inşa edilen Saray Toscana Gotiği üslubunda yapılmış. Saray önce 14. yüzyılda Floransa Cumhuriyeti Yürütme Konseyince ve sonra Medici ailesi tarafından yönetim merkezi olarak kullanılmış. 19. Yüzyılda ise İtalya Krallığı Temsilciler Meclisi Sarayın kullanıcısı olmuş ve en son 1872’den itibaren belediye sarayı olarak kullanılmakta. Halkı yangın, sel ve düşman saldırılarına karşı uyarmak ve toplantılara çağırmak amacıyla kullanılan 94 metre yüksekliğindeki kulesi de 2012'den itibaren ziyaretçilere açılmış. 

Sarayın müze bölümünde yer alan, duvar süslemelerini Vasari’nin yaptığı 500’ler Salonu, Dante’nin ölüm maskesi (Ünlü edebiyatçının öldüğünde çıkarılan orijinal yüz maskesi) ile Michelangelo’nun “Zafer Heykeli” görülmeye değer eserler arasında. 

Artık akşam olduğu için Floransa'nın orijinalliği bozulmamış binalarıyla dolu o güzelim cadde ve sokaklarında amaçsızca dolaşmaya başladık. Karnımız da acıkmıştı. Hava Mart ayına göre oldukça soğuktu ve o yüzden fazla aramadan sokakta ve ısıtıcıları olan bir pizzacıya oturduk. Yediğimiz pizzalar kötü değildi ama çok mükemmel de diyemem. Sonuç itibarıyla karnımız doymuş oldu. 

Yemekten sonra gezmeye devam ettik. Bazı mağazalara girip çıktık ama marketlere daha çok bakmaya başladık. Ev yapımı makarna ve peynir gibi İtalya’ya özgü ürünlere baktık. Roma’ya taşımayacak olsak Floransa’dan alışveriş yapabilirdik. Arada Siena’ya da gidecektik ve bu yüzden sadece bakmakla yetindik. Ancak ben hayatımda bu kadar üşümemiştim. Isınmak için zaman zaman kapalı yerlere girip çıksak da titremekten kendimizi alamıyorduk. Ancak biz böyle üşürken bazı gençlerin şortla ve tişörtle dolaşıyor olmaları beni çok şaşırttı. En sonunda otelimize dönmeye karar verdik. Otele gidip güzel bir duş aldık ve günlerin yorgunluğu üzerimize düşünce erkenden güzel bir uykuya daldık.

0 yorum:

Yorum Gönder