23 Eylül 2016 Cuma

On 01:29:00 by Gülten İşcimen in    No comments



18 Mart 2016


Toskana bölgesinin en güzel ve Orta Çağ dokusunu en iyi şekilde muhafaza eden şehirlerinden birisi olarak kabul edilen Siena'nın nüfusu yaklaşık 60.000 kişi. Şehrin tarihi merkezi 1995 yılından bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Siena, Floransa’nın yaklaşık 60 km. güneyindedir. Bu yüzden Floransa’ya gidenlerin kolayca ulaşabileceği ve günübirlik gezeceği bir noktada bulunuyor.

Biz de bunu İtalya programımızı yaparken öğrenmiştik ve Floransa sonrası Siena gezimizi İtalya’daki son günümüze bırakmıştık. Floransa’daki gezimizi tamamlayınca Siena tren biletimizi alacaktık. Şansızlık oldu ve Floransa’da kaldığımız otelden eşyalarımızı almaya giderken şehirde kaybolduk. Bu bize neredeyse bir saate yakın vakit kaybettirdi ve daha önce belirlediğim saatteki Siena trenini kaçırdık. Otele ulaştığımızda otelin internetini kullanarak Floransa’dan Siena’ya gidecek bir sonraki trenin saatine baktım. Ancak bu trenin kalkış saatine epeyce zaman vardı. Tren istasyonu kaldığımız otele çok yakın olduğundan otelin lobisinde beklemeye karar verdik. Tren saati yaklaşınca istasyona gittik ve biletlerimizi alarak bu sefer trenin kalkış peronunun ilan edilmesini bekledik. Ancak tren saati yaklaşınca trende rötar gözükmeye başladı. 

Uzun süre bekledik ve en nihayet sanırım 2 no’lu peron Siena için ilan edildi. 5 dakika gibi kısa bir süre içinde hareket edecekti ve ilan edilen peron istasyonun oldukça uzağında olan bir yerdeydi. Siena’ya gidecek pek çok kişiyle birlikte koşmaya başladık. Doğrusu çok komik bir durumdu. Peronda çift katlı bir tren bizi bekliyordu ve halimizden hoşnut bir şekilde üst katına çıkıp güzelce yerleştik. Daha birkaç dakika olmamıştı ki bir anons yapıldı ve bu trenin Siena’ya değil Lucca’ya gideceği belirtildi. Bütün insanlar trenden indi ve tekrar istasyonda beklemeye başladık. Siena trenine bindiğimizde neredeyse akşam olmuştu ve yolculuk yaklaşık bir saat civarında sürdü. Maalesef bu talihsizlikler yüzünden Siena’yı gündüz gözüyle görmek nasip olmadı. Ancak akşam gördüklerimiz de bu şehrin tekrar gitmeye değer olduğunu fazlasıyla gösterdi. Neyse biz gelelim Siena gezimize.

Bugünkü hali ile hala Orta Çağ kenti görünümünde olan tarihi Siena kent merkezi, 16. yüzyıldan günümüze kadar değişmemiş surları, dar ve dolambaçlı caddeleri, labirent görünümü ile dikkat çekiyor. Bu Orta Çağ görüntüsünü bozmamak için Siena’nın büyük bir bölümü trafiğe kapalı. Siena’nın tarihi merkezine girmek için sekiz adet kapı bulunmakta. Bu kapılardan birisi olan Camollia, şehre Floransa tarafından gelenlerin girdikleri kapı imiş. Kapı, 1550'li yıllarda Siena Kuşatmasında tahrip olmuş ve 1600'lerin başlarında tekrar yapılarak bugünlere kadar gelmiş.

Burası da pek çok Toskana şehri gibi Etrüks bir şehirmiş. Efsaneye göre Remus ile Romulus ikiz kardeşlermiş ve bu iki kardeşi ormanda bir dişi kurt emzirip büyütmüş. Güçlü ve yiğit olan bu iki delikanlıdan birinin (Romulus) Roma'yı, diğerinin ise (Remus) oğulları Senius ve Aschius’un Siena'yı kurduğuna inanılmakta. Romulus babalarını öldürünce iki kardeş anne kurdun çocuklarını emzirmesini gösteren heykelle (capitoline wolf) birlikte Roma’ya saldırmışlar. Bu nedenle bu heykel şehrin sembolü olmuş. Bazı etimolojistler şehrin adının Senius’dan geldiğine inanırlarken diğerleri Etrüks bir aile adı olan Saina, Roma adı olan Saenii gibi adlardan türetildiğine inanmaktadır. 

Orta Çağ boyunca Floransa ile rekabet eden ve hatta savaşan Siena bu baskılara dayanamamış ve 1550'lerden itibaren Floransa'nın bir parçası haline gelmiş.

Bu genel bilgiden sonra bizim oldukça renkli geçen Siena maceramızı da anlatayım.

Siena'nın tren istasyonunda indiğimizde şehir merkezine gitmek için tren istasyonunun hemen karşısındaki alışveriş merkezine girdik. Orada bulunan gazete, dergi, yiyecek satan bir dükkandan otobüs bileti aldık. Sanırım 1 Euro'yu biraz aşkın bir fiyatı vardı. Sonra alışveriş merkezinin içinde otobüsleri gösteren okları takip ederek asansörle aşağıya indik ve dışarı çıktık. Otobüs durakları buradaydı ve bekleyenlerle birlikte gelen ilk otobüse bindik. Otobüs son durak olan ve hiçbir özelliği olmayan bir caddede bizi indirdi. İçgüdülerimize uyarak kalabalığı takip ettik ve onlarla birlikte yürümeye başladık. Bir müddet yürüdükten sonra öyle bir yere geldik ki gözlerimize inanamadık. Siena’nın Orta Çağdan fırlamış gibi bir havası olan sokaklarına ulaşmıştık.






Yürüdükçe aslında ne olduğunu bilemediğimiz bazı tarihi yapılarla ve heykellerle de karşılaştık.






Yürüdüğümüz yol ve her iki tarafta gördüğümüz daracık sokaklar inanılmaz bir görsel şölen sunuyordu.











Biraz yürüyünce sokak aralarından gördüğümüz meydana gitmek için sol taraftaki merdivenlerden indik ve bir anda kendimizi Siena'nın en meşhur yeri olan istiridye şeklindeki hafif eğimli Il Campo Meydanında bulduk. Meydan dokuz parçadır ve bunun nedeni her parçanın o dönemdeki idari bölgelerden birini temsil etmesiymiş. 

Burada yılda iki defa (2 Temmuz – 16 Ağustos) 'Palio' denilen at yarışları yapılıyormuş. 90 saniye süren ve eyersiz at üzerinde yapılan bu yarışlar izdihama yol açıyormuş. Mahallesini temsil eden yarışçı galip gelirse, palio ile (boyalı ipek sancak) ödüllendiriliyormuş. 1590 yılında boğa güreşlerinin yasaklanmasıyla başlayan bu yarışlarda, her bir at ve binicisi, şehrin "Contrada" adı verilen 17 semtinden birisini temsil ediyor ve her binici temsil ettiği semtin renklerine, simgelerine uygun olarak giyiniyormuş. Siena'da her mahallenin ayrı bir hayvan motifi ile temsil edilen bayrakları bulunuyormuş. Aquila (Kartal), Bruco (Tırtıl), Chiocciola (Salyangoz), Civetta (Baykuş), Drago (Ejderha), Giraffa (Zürafa), Istrice (Kirpi), Leocorno (Tekboynuz), Lupa (Dişi kurt), Nicchio (Deniz kabuğu), Oca (Kaz), Onda (Dalga), Pantera (Kara Panter), Selva (Orman), Tartaruga (Tosbağa), Torre (Kule) ve Valdimontone. Her Contrada'nın toplanma zamanları varmış. Geleneksel kıyafetlerini giyen kişiler sokaklarda trompet çalıp gösteri yapıyorlarmış. Palio zamanı yaklaştıkça bu gösteriler artıyor ve her Contrada en güzel gösteriyi yapmaya çalışıyormuş.

 

Meydanın aşağı tarafında yer alan 102 metrelik kulesiyle 14. yüzyıldan kalma Palazzo Pubblica (ya da Palazzo Comunale)) Siena’nın önemli eserleri arasında. İtalya'nın en güzel Gotik eserlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Bu binanın inşası 13. yüzyılın sonlarında başlamış. Zemin katı taştan, üst bölümleri ise kırmızı tuğladan yapılmış. Burası "Dokuzlar Meclisi"nin yani bir tür yerel meclisin toplanması amacıyla yapılmış. Dış tarafında heykellerle süslenmiş bir loca bölümü de bulunuyor.

Mangia Kulesi (Torre dell Mangia) ise 1300'lerin ortalarında eklenmiş. Bu Kule yapılırken Floransa'daki kuleden daha yüksek olması amaçlanmış. Kulenin adı ise tembelliği nedeniyle Mangiaguadagni (kazancını yiyen) lakaplı ilk çan çalıcısından geliyormuş. Toskana'da pek çok zengin ailenin evlerinde kuleler bulunmaktaymış ve bu kulelerin yüksekliği ailenin varlığının da göstergesi olurmuş. Yangın gibi tehlikeli durumlarda da çanlarını çalarak halkı uyarırlarmış. Daha sonra inşa edilen Kopenhag ve Odessa Belediye Binaları Siena'daki Palazzo Pubblica'dan esinlenmiş.

Palazzo Pubblica’nın zemin katındaki avluyu gezmek ücretsiz. Burada şehrin simgesi olan dişi kurdun yavrularını emzirdiği heykel görülebiliyor. Avlunun bir tarafında da Museo Civico bulunuyor ve burası Siena sanat okulunun önemli eserlerini barındırıyor. Biz de avluya girdik ama akşam olduğu için Müze'ye giremedik. Kuleye çıkmak da mümkünmüş ama asansör olmadığından 500 civarında bir basamağı çıkmayı göze almak gerekiyormuş. Kuleye aynı anda en fazla 30 kişi çıkabiliyormuş. 














Meydanın bir diğer önemli yapısı 1419 yılında inşa edilmiş olan Fonte Gaia (Happy Fountain)’dır. Meydanın orta üst bölümünde yer alan dikdörtgen biçimindeki bu çeşmenin üç tarafında mermerden yapılmış rölyefler bulunuyor. Bu çeşme Siena'nın en popüler buluşma noktalarından birisiymiş.

Meydandaki tarihi binaların neredeyse tamamının altında kafe ve restoranlar bulunuyor.

Duomo’nun önündeki at yarışlarının yapıldığı büyük alanda çikolata standları kurulmuştu. O kadar çok çeşitli ve güzel çikolata vardı ki hepsinden denemek isterdim. Meğerse 15-20 Mart arasında Piazzo del Campo’da 5 günlük bir çikolata festivali varmış. Nasıl güzeldi anlatamam. Hatta sadece bu Meydanda değil Siena’daki bütün restoranlar bu tarih aralığında tatlı menülerini çikolata üzerine oluşturuyorlarmış. Çikolatadan yapılmış satranç taşlarıyla yapılan yarışlar gibi çok değişik yarışmalar düzenleniyormuş. Keşke Siena’ya biraz daha erken gelebilseydik ve en azından şehrin biraz daha hareketli saatlerini yaşayabilseydik.


Bunların dışında Dünyanın hala çalışan en eski bankasının binası da Siena’da bulunuyormuş. Piazza Salimbeni'de bulunan bu binayı da dışından görme imkanımız oldu.



Sokaklarda gezerken eski dönem ve rahibe kıyafetleri giymiş gençleri gördüm ve bir tiyatro gösterisi olacağını düşünerek fotoğraflarını çekmek istedim. Gençler bunun üzerine bana poz vermek istediler ve hepsinin zil zurna sarhoş olduğunu gördüm. Aceleyle fotoğraflarını çekip oradan ayrılmamıza karşın şehirde dolaşırken tesadüfen bu gençleri yine gördük. Bu sefer sokağın ortasında üç beş genç pantolonlarını indirip indirip gülüyorlardı. Neyse ki iç çamaşırlarını indirmeye çalışmadılar. Zamane gençlerinin eğlence anlayışları bize uymuyor. Biz o yaşlardayken de bizim anne babalarımız sanırım aynı şeyleri bizim için düşünmüş olsalar gerek. 



Siena’nın daracık sokaklarında gezerken bir konser salonuna denk geldik. Biraz merakla binanın avlusuna girip etrafı incelemeye başladık. O sırada yukarıdan müzik sesleri geldiğini farkettik. Geç kalan bir kadın taksiden inerek koştu ve yukarıya çıktı. Arkadaşım bizim de çıkıp konseri izlememizi önerdi ama üstümüz başımız böyle bir konser için çok da uygun değildi.






Bu arada karnımız acıkmıştı ve Siena’ya girişte gördüğümüz bir pizzacıyı aramaya başladık. Karanlıkta her yer birbirine benziyordu ve nasıl olduysa bir türlü aynı sokağı bulamadık. Bari bir pastaneye oturalım dedik ve Siena’da birkaç yerde gördüğümüz Nannini'lerden birine oturmak istedik. Onlar da birazdan kapatacağız deyince yine aç kaldık. Bu arada saat epeyce ilerlemişti. Ertesi gün Roma’da olmalıydık ve gece 1 otobüsü için biletlerimizi önceden kişi başı 9 Euro’ya almıştık.

Yemek için bir yer ararken Siena’nın karanlık, dar ve ürkütücü sokaklarında kaybolduk. 



İşin kötüsü o kadar ıssızdı ki bazen yol soracak bir Allah’ın kulu olmuyordu. Arkadaşım sanırım biraz ürktü ve taksi bulup bir an önce otobüsün hareket edeceği istasyona gitmek istedi. Biraz dolaştıktan sonra tarihi kentin hemen dış kısmında bir taksiye el ettik. Taksi şoförüne Roma'ya gitmek için otobüs terminaline gitmek istediğimizi söyledik. Karşımıza iyi bir insan çıkmıştı. Çünkü bizi götürüyorken bilete bakmak istedi ve otobüs terminali yerine bizim tren istasyonuna gitmemiz gerektiğini söyledi. Bazı otobüslerin terminal yerine tren istasyonunda durakları oluyormuş. Diğer tarafa gitsek belki de otobüsü kaçıracaktık. Tren istasyonunu Siena’ya geldiğimizde biraz görmüştük. Karşısında bir alışveriş merkezi olduğundan bahsetmiştim. Ancak vakit çok geç olduğundan dükkanlar kapanmış ve sadece en üst katta birkaç kafe ve restoran kalmıştı. 

Siena’da yemek için o kadar çok dolaştık ama kısmetimiz buradaymış. Hemen birer menü siparişi verdik ve yemeklerimizi getiren kızla biraz muhabbet ettik. O da İtalyan değilmiş meğer, Romanya’dan buraya çalışmak için gelmiş. Çok şeker bir kızdı. 

Dışarısı çok soğuktu ve uzun süre otobüs saatini beklemek zorundaydık. Alışveriş merkezinde böyle bir süre bekledikten ve zaman geçirdikten sonra terminalin önündeki otobüs duraklarını bulduk. Ancak hava çok soğuktu ve kapalı bir yer keşfedip orada beklemeye başladık. Sonunda hareket saati yaklaşınca otobüsümüz geldi ve numaralı yerlerimize oturduk. 

Soğuk hava çarpmıştı ve günlerin de yorgunluğu vardı. Bu yüzden biraz uyumuşum. Otobüs aynı bizim şehirler arası otobüsler gibi iki yerde mola verdi. Roma’ya sabaha doğru ulaştık ve Roma’nın ikinci büyük terminali olan Tiburtina İstasyonunda indik. Oradan hemen bir taksiye binerek eşyalarımızın olduğu BB Gerbera Roma Hotel’ine gittik. Böylece Siena’yı tam olmasa da şöyle bir görmüş olduk. 

Biz görmesek de Siena’da mutlaka görülmesi gereken yerleri kısaca özetlemek isterim.

En önemlisi Siena Katedrali olup kısaca Duomo olarak biliniyor. Belki biz burayı gördük ama gecenin karanlığında tam anlayamamış olabiliriz.

Siena Katedrali, bir Orta Çağ Roma Katolik Kilisesiymiş. 1215 ve 1263 yılları arasında inşa edilen bu yapının ön cephesindeki eklentiler 14. yüzyılda yapılmış ama ülkeyi kasıp kavuran büyük veba salgını nedeniyle tamamlanamamış. Kilise 19. yüzyılda yeni baştan restore edilmiş ve bugünlere ulaşmış. 

Katedralin dışı beyaz ve yeşil-siyah mermerlerle haç şeklinde inşa edilmiş. Beyaz ve siyah renkleri Siena'nın sembolüymüş. 

Bu tarihi Gotik yapıda Rönesansın baş mimarları Pisano, Donatello ve Michelangelo'nun paha biçilemez eserleri ve Pinturicchio'nun freskleri varmış. Bu Katedral bölgesi şunlardan oluşuyormuş: 

- Katedral

- Yeni Katedral

- Kütüphane

- Müze

- San Giovanni Vaftizhanesi

- Zemin

- Cennet Kapısı

- Crypt 

Merdivenlerin her iki yanındaki sütunlarda kurt-kadın figürleri şehrin sembolü olarak kullanılmış. Bina, arka taraftaki kule ile de bir bütünlük sağlamış.

Katedralin üst ortasında bulunan yuvarlak camlı kısmın üzerinde Hz. İsa'nın son akşam yemeği tablosu da varmış. Diğer katedrallerden farklı olarak sağ-sol ve yukarısı hariç yere de işlenmiş 56 farklı dini resim varmış. Vaiz kürsüsü (pulpit) baba - oğul Pisano'lar tarafından carrara mermerinden yapılmış. Biri ortada olmak üzere dokuz farklı sütunun ikisi erkek ikisi de dişi aslanlar tarafından taşınıyormuş. Kürsünün üstünde yer alan yedi farklı panelde ise Hz. İsa'nın yaşamından kesitler sunuluyormuş. 

Katedralin bir diğer önemli yeri de Piccolomini Kütüphanesiymiş. Papa 3. Pius'un amcası Kardinal Silvio Piccolomini'nin hayatını anlatan freskler yer almaktaymış. Duvarlardaki fresklerden birisinde Osmanlı askerleri de varmış. Fresklerin alt tarafında ise el yazması kitaplar sergileniyormuş. Dış bölümü üçgen, ortası ise kare ve dikdörtgen olan tavan panelleri ise mitolojik hikayelerden bahsediyormuş. Odanın ortasında ise Zeus'un güzel kızları Aglaia, Euphrosyne ve Thalia'yı anlatan ünlü üç güzeller (Three Graces) heykelinin 3. yüzyılda yapılmış güzel bir kopyası bulunuyormuş. 

Yan taraftaki bölümde özellikle Katedralin ön cephesinde de imzası bulunan Giovanni Pisano'nun eserlerinin de yer aldığı Katedral Müzesi (Museum of the Opera del Duomo) bulunuyormuş. 

Haç şeklindeki Katedralin arka tarafında Vaftizhane ve Kule varmış. Vaftizhane’si dikdörtgen şeklindeymiş.

Katedralin ön cephesinin karşı çaprazında Santa Maria della Scala isimli, kırmızı tuğlalı ve geçmişte Katedralin rahipleri tarafından hastane olarak kurulmuş, uzun zaman da öksüz ve yetimlere barınak olmuş bir yapı bulunuyormuş. Daha sonra da içindeki binlerce eserle birlikte müzeye dönüştürülmüş. Bu müzede eski dönem hastanesinden ve yetimhanesinden görüntüler ve eşyalar varmış. 

Santa Catherina Kilisesi 1200'lerin ortalarında yapılmış ve 14. yüzyılda genişletilmiş. Kilisenin Siena'lılar için önemi şehrin Azizesi Santa Caterina'nın Şapelinin burada bulunmasıymış. Azize Katerina o dönem en çok ölüme yol açan veba hastalığı ile çokça uğraşmış ve hastaları iyi etmeye çalışmış. Ama hastalık ona da bulaşmış ve Roma'da 33 yaşında ölen Azize Caterina'nın başı sonradan Siena'ya getirilmiş. Son derece güzel freskler ve resimlerle bezenmiş şapelde yer alan kapalı bir kafeste Caterina'nın başı ve veba yüzünden düşen parmağı bulunuyormuş.

Tabi biz bunları göremedik ama Siena’ya bir daha gitmek için sebebimiz olsun değil mi!

0 yorum:

Yorum Gönder