24 Ekim 2017 Salı

On 05:53:00 by Gülten İşcimen in    No comments
Filipinler ve Vietnam rotalı uzun gezimizin artık son durağına geldik. Filipinler'in başkenti olan Manila'yı da gezdikten sonra dönüş yolculuğumuz başlayacaktı.





24 Şubat 2017



Ho Chi Minh'den 01.05'de hareket eden uçağımız Manila'ya sabaha doğru ulaştı. Havalimanını artık çok iyi tanımış olduğumuzdan bekleyen taksilere doğru gittik. Bu sefer resmi taksilerle değil Manila'daki her bölgeyi gösteren bir fiyatlandırma tarifesi asmış olan beyaz taksileri kullanmaya karar verdik. Yaşı epeyce geçkin olan şoförümüze otelimizin adresini gösterdik. Yeri biliyormuş havalarında bizi Makati bölgesine götürüp adım başı adres sormaya başladı. Uzun süre bu bölgede döndük durduk ve en sonunda oteli bulduk. Otelin yeri aslında çok kolaymış ancak fakirlik ve zenginliğin keskin çizgilerle ayrıldığı bir noktada bulunduğundan yerini bulmak biraz zor oldu. Şoföre Havalimanında gördüğümüz fiyat tarifesine uygun olarak 500 Peso ödedik.

Otele girdiğimizde resepsiyondakiler önce check in saatinin geç olacağını bildirmediğimiz için epeyce zorluk çıkardılar. Bu saate kadar gelmeyince rezervasyonumuzun iptal olduğunu düşündüklerini söylediler. Hatta hemen booking.com'a bu durumu bildirmişler. Neyse konuşunca sorun çözüldü ve 2 gecelik oda ücretini ödedikten sonra en nihayet odamıza gidebildik. 

Odada biraz dinlendikten sonra kahvaltıya gittik. Buranın uygulaması biraz tuhaftı. Kahvaltı açık büfe değildi ve garson gelip sipariş alıyordu. Fakat menüde yer alanlar bizim kahvaltı kültürümüze çok uygun gözükmüyordu. Zaten yolculuğun sersemliğiyle biz de yanlışlıkla köfte sipariş etmişiz ama bunu yiyemedik. 

Tekrar odamıza dönerek biraz uyuyup dinlenmeye çalıştık. Planımıza göre o gün Manila'daki eski şehir yani Intramuros bölgesini gezecektik. Otelimizin resepsiyonundaki görevliler bize taksi çağırdılar. Böyle yaparak hem güvenli bir şekilde gitmiş olduk ve hem de bu bölgeye ulaştığımızda ödeyeceğimiz tutarı biliyorduk. Şoför de oldukça düzgün birisiydi ve tarihi merkeze gelince bu seyahat için baştan bize söylendiği gibi 192 Peso ödedik. 

Intramuros bölgesi aynı zamanda Ciudad Murada yani Duvarla Çevrili Şehir olarak da biliniyor. Çünkü bütün bölgeyi çepeçevre saran neredeyse 4,5 km uzunluğunda büyük taş duvarlar ve kaleler bulunmakta. Şehrin 1571'de kurulmasından İspanyol hakimiyetinin 1898 yılında sonlanmasına kadar Manila bu bölgede kuruluymuş.

Şehrin korunması amacıyla yapılan duvarların arkasında taştan örülmüş saraylar, kiliseler, manastırlar, okullar ve güzel çiftlik evleri yükseliyormuş. Burası ispanyolların ticaret, eğitim ve din işlerinde doğuda bulunan en önemli merkezi haline gelmiş. Sadece kısa bir süre 1762-1764 yılları arasında İngiliz hakimiyetine girmiş. İspanyolların Amerika ile yaptıkları savaşın sonunda 1898 yılından itibaren Filipinler ve dolayısıyla Manila Amerika'nın kontrolü altına girmiş.

Ancak 1945 yılında Amerika, Filipinler ve Japon kuvvetlerinin çarpıştığı Manila Savaşı'nda bu bölge yerle bir edilmiş. Aynı bölgede inşaat yapmak yerine pek çok dini yapı ve okullar bölgenin dışına taşınmış. Bu bölgenin tarihi ve özgün karakteri korunmaya çalışılsa da modern yapıların yükselmesine mani olunamamış. En sonunda 1979 yılında Intramuros İdaresi kurulmuş ve en azından geriye kalanların korunabilmesi için çok önemli tedbirler alınmış. Şehrin duvarları ve tarihi kapıları restore edilmiş.


Taksiden iner inmez önce San Diego Kalesine bilet alarak girdik. Yanlış hatırlamıyorsam kişi başı 75 Peso ödedik. Bu Kale 1586 ve 1587 yıllarında bir rahip tarafından yaptırılan en eski taş kalelerden birisiymiş. Önce yuvarlak bir kale şeklinde yapılmış ve daha sonra yenilemelerle kale şehrin surlarıyla birleştirilmiş. Kale, İngiliz kuvvetleri tarafından yakılmış ve daha sonra da deprem nedeniyle ve savaş sırasında çok zarar görmüş. Burası Intramuros İdaresi tarafından restore edilen yerlerden birisi.



San Diego Bahçesinden çıktıktan sonra şehrin sokaklarında yürüyerek tarihi binaları izlemeye başladık. 


Yürürken küçük bir meydanda sıralanan Filipinlerin eski başkanlarının resimlerinin sergilendiği bir alana geldik.


En nihayetinde UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan San Agustin Kilisesine ulaştık.


Bu Kilise muhteşem güzellikteki altarı ve yüksek tavanıyla ispanyollar tarafından Barok tarzında inşa edilmiş eşsiz bir hazine olarak görülüyor. 1607 yılında kutsanarak ibadete açılan Kilise'nin II. Dünya Savaşı'nda büyük zarar görmüş olmasına karşın Filipinlerde ayakta kalan en eski taş kilise olduğu söyleniyor. İspanyolların ilk genel valisi Miguel López de Legazpi'nin mezarı kilisedeki büyük altarın yanında bulunuyormuş. Diğer önemli bazı cenazelerde duvar kenarlarında veya kilisenin zemininde gömülüymüş.


Kilise'nin dışarıdan görüntüsü muhteşemdi ve önünde çok büyük bir hareketlilik vardı. Arabalar yanaşıyor ve insanlar şık kıyafetleriyle iniyordu. Biz de bir süre sonra şahit olduğumuz üzere meğerse bu kilisede bir düğün töreni varmış. Biz de kafamızı biraz uzatıp töreni görmeye çalıştık. 



Bu sırada damadın arkadaşları birlikte fotoğraf çektiriyorlardı ve birlikte bir fotoğraf isteğimizi kırmadılar.


Düğün olduğu için kiliseye bizi almadılar. Öğle tatiline denk geldiğimiz için kilisenin yanıbaşındaki müzeye dönüştürülen Manastıra da giremedik. Kafamızı uzatarak biraz içeriyi görmeye çalıştık.


Kiliseye giremeyince bari vaktimizi iyi kullanıp öğle yemeğimizi yiyelim dedik. Güzel bir restoran bulduk ama benim ve bir arkadaşımın yeterli pesosu kalmamıştı. Onun için biz de yakın olduğunu söyledikleri döviz bürosunu aramaya başladık. Uzun süre eski şehrin sokaklarında dolaştık ama bir türlü dövizciyi bulamıyorduk. En nihayetinde Manila Katedrali'ne yakın bir caddede bulunan döviz bürosuna giderek biraz dolar bozdurduk. Döndüğümüzde arkadaşımız yemeğimizi de sipariş etmiş bizi bekliyordu. Restoranın ortamı çok güzeldi ve yediğimiz pizzada çok lezzetliydi. Bu yemeğe bize çok aşırı gelmeyen bir tutar olan toplam 575 Peso ödedik.

Arkadaşımız bu arada restoran çalışanıyla sohbet etmiş ve bu adam kilisenin önündeki caddede bekleyen faytonlara binerek bölgeyi daha iyi gezeceğimizi söylemiş. Hava oldukça sıcaktı ve burayı gezip güvenliğimiz açısından geç saate kalmadan otelimize dönmek istiyorduk. Bu yüzden faytonla gezme fikri aklımıza yattı.


Güya restoran çalışanının torpiliyle indirimli olarak ayarladığımız faytona bindik. Bizi bir saat gezdirerek 500 Peso alacaktı. Adam önce bizi gezdiğimiz yerlere götürmek istedi ve biz itiraz edince de çok bozuldu. Bu bölgede mutlaka gezilmesi gereken bir yer olan Santiago Kalesine gitmek istedik. Kapısına geldiğimizde giriş ücretinin yanlış hatırlamıyorsam 150 Peso olduğunu görünce arkadaşlar burayı benim gezip gelmemi ve kendilerinin kapıda bekleyeceklerini söylediler. Böyle bir karar alarak çok büyük bir yanlış yapmış olduk. Park o kadar büyüktü ki adeta koşarak gezmeme rağmen çok zaman aldı. Halbuki ben gezerken arkadaşlar da faytonla bölgenin diğer kısımlarını gezseler ve sonra belli bir saatte buluşsaydık daha iyi olacaktı. Parkı gezip çıktığımda faytoncu saatin dolduğunu söyleyip parasını alıp gitmişti. Adam bizi resmen dolandırmıştı ve gezdirmediği halde bir sürü para almış oldu. Arkadaşlar da boşu boşuna sıcakta beni beklemek zorunda kalmışlardı. 

Girdiğim parkın en önemli kısımlarından birisi İspanyol koloniyal hükümetinin askeri üssü olan Fort Santiago, Santa Clara'ymış. Savaş sırasında çok zarar görmüş olmasına rağmen önemli görülen birkaç yer daha sonra restore edilmiş. Örneğin üzerinde İspanya'nın en önemli azizi olan Santiago Motomoros'un bulunduğu ahşap bir rölyefin yerleştirildiği ikonik bir kapı onarım görmüş ve aşağıda görüldüğü gibi çok sağlam gözüküyordu.


Buranın önemli olmasının bir diğer nedeni Filipinlerin ulusal kahramanı Jose Rizal'ın asılmasından önce 1896 yılında burada hapsedilmiş olmasıymış. Rizal'ın elinde açık bir kitap bulunan heykeli de burada bir meydana yerleştirilmişti.




Rizal Shrine adı verilen ve küçücük bir bina olan müzede onun hayatı ve çalışmalarıyla ilgili eşyalar sergileniyormuş. Müzeyi görmeme rağmen anlattığım üzere arkadaşlar beni beklediğinden içeri girmeye teşebbüs dahi etmedim. Kale içinde gezerken çektiğim birkaç fotoğrafı da eklemek istiyorum.






Kan ter içinde burayı gezdikten sonra dışarı çıktığımda arkadaşları sıkılmış ve sıcaktan bunalmış vaziyette buldum. Kapıdaki görevliye rica edip parkın içinde bulunan yakınlardaki bir kafeye oturduk. Kişi başı 45 peso ödeyerek birer kahve alıp bir süre burada dinlendik. 

Sonra buraya çok yakın olan Manila Katedrali'ne doğru yürüdük. Bu Katedral pek çok kere yıkılıp yeniden yapılmasına karşın Manila'nın Roma Katolik Başpiskoposluğunun merkezi ve Filipinlerdeki en önemli kiliselerden birisi olagelmiş. İlk Katedral 1581 yılında yapılmış ve bir tayfundan zarar görmüş, sonraki yıl da yangınla tahrip olmuş. 2. binayı 1592 yılında taştan inşa etmişler ama bu da 1600 yılında kısmen deprem nedeniyle zarar görmüş. 3. Katedral 1614 yılında yapılmış ve bu da 1645 yılındaki depremden etkilenmiş.4.Katedral 1654-1671 yıllarında muhteşem bir şekilde yapılmış ama 1863 yılında gerçekleşen depremde bunun da sonu diğerleri gibi olmuş. 5. Katedral 1870-1879 yıllarında yapılmış ve bu katedralin kubbesindeki haçın merkezi adaların astronomik uzunluklarının belirlenmesinde referans noktasıymış. Bu katedral de maalesef 1945 yılındaki Manila Savaşında tahrip olmuş. 7. ve en son Katedral halkın maddi desteğiyle 1954-1958 yıllarında inşa edilmiş. Katedral'in mimari tarzı neo-Romanesk olarak sınıflandırılıyor.



İçine girdiğimizde çok yüksek tavanıyla oldukça ferah bir ortamda kendimizi bulduk. Aziz heykelleri, çeşitli aydınlatmalar ve vitray resimler oldukça başarılı bir şekilde kullanılmıştı. 




Burayı da gezdikten sonra otelimize gitmek için bir taksi aramaya başladık. Sanırım iş çıkışına yakın bir zamandı ve taksiyi çok zor bulabildik. Şoför genç birisiydi ve epeyce de çenesi düşüktü. Lüzumlu lüzumsuz bir şeyler anlatıp duruyordu. Rizal Parkın yanından geçtik ve bize orada Dr. Rizal için yapılmış çok büyük bir anıtı gösterdi. Arabayı yavaş kullanarak fotoğrafını çekmemizi sağladı. 



Malate bölgesindeki yüksek binaları gösterdikten sonra gelen erkek turistlerin hep bu bölgeye geldiklerini ve burada kızları bulduklarını anlattı. 


Taksiden bu devasa binaları izleyerek otelimizin bulunduğu Makati bölgesine doğru yola devam ettik.



Bu şoför de otelimizi kolayca bulamadı ve biraz da bizim anlatımımızla en sonunda otelin önüne getirdi. Sanırım bizden biraz bahşiş bekliyordu ama biz taksimetrede ne yazdıysa onu ödedik. Sonradan öğrendik ki zorunlu değil ama Manila'da taksi şoförlerine de bahşiş veriliyormuş.

Akşam yemeği için biraz alışveriş yapmak ve biraz da çevremizi tanımak için bir arkadaşımla alışveriş merkezine gittik. Önce mağazalara şöyle bir baktıktan sonra süpermarket kısmına geçtik.

Buradan bir küçük kavanoz reçel, 3 meyveli yoğurt, dilimlenmiş büyük bir ananas paketi, bisküvi ve beyaz peynir aldık. Kasaya geldik ve bütün bunlara 608 Peso ödeyince ortak hesabımızda fazla para kalmadığını, belki de ekmek alamayacağımızı söyledim. Tesadüfe bakın ki tam arkamızdaki adam da Türk değil miymiş! Burada ekmeğin maalesef pahalı olduğunu söyleyerek kendisinin bizim için alabileceğini söyledi. Doğrusu çok utandık ve o kadar da vahim durumda değiliz dedik. Sonra 120 peso vererek bir feta ekmek aldık.

Adının Ceyhun olduğunu öğrendiğimiz bu nazik adamla sohbet ederek biraz yürüdük. Yakınlarda bir kafe-restoran işlettiğini ve vaktimiz varsa bize çay ikram edebileceğini söyledi. Gerçekten çok yakında olan Pasha Turkish Restaurant adındaki işletmeye gittiğimizde burayı çok hoş bir şekilde dekore ettiklerini gördük.




Fanatik Beşiktaş taraftarı olduğunu ve İstanbul'daki işlerini maç tarihlerine göre ayarlayarak sık sık Türkiye'ye geldiğini anlattı. Karısı Filipinliymiş ve daha yenilerde bir oğlu doğmuş. Oradaki işlerinin son derece iyi olduğunu söyledi. Zaten Makati bölgesi gelir seviyesi yüksek kişilerin yaşadığı bir bölge ve bir de kendinizi iyi tanıtırsanız başarılı olmamanız söz konusu dahi olamaz. Biz çay yerine Türk kahvesi içmeyi tercih ettik. Poşet çaylarla çay ihtiyacımızı yine bir nebze olsun gideriyorduk ama Türk kahvesi içmeyeli neredeyse 20 günü geçmişti. Kahve bahane sohbet şahane dedikleri kıvamda çok derin mevzularla ilgili sohbet ettik. Diğer arkadaşımızın otelde bizi beklediğini ve tekrar uğrayacağımızı söyleyerek ayrıldık. Otele geldiğimizde arkadaşımız bizi merakla bekliyordu. Hemen aldıklarımızla kendimize güzel bir sandviç hazırladık ve akşam yemeği olarak bunu yedik. Arkadaşımıza bu tanışma hadisesini ve kafeyi anlatınca ertesi gün onun da görmesi için kafeye tekrar gitmeye karar verdik. Yorucu bir gün sonunda artık dinlenmeyi hak etmiştik. 

25 Şubat 2017

Artık gezimizin son gününe uyanmıştık. Sabah otelimizde kahvaltımızı yaptık. Bu sefer daha bilinçli bir şekilde menüye baktığımızdan yumurta ve krep istedik. 

Kahvaltı sonrasında eşyalarımızı toplayarak yolculuğa hazır hale getirdik. Otelin terasına çıkarak birer neskafe içip şehri seyretmeye başladık. Buradan zengin fakir uçurumunu çok daha net görebiliyorduk.




Kahve keyfinden sonra hep birlikte alışveriş merkezine doğru yürümeye başladık. Yolda şehir ulaşımında kullanılan rengarenk jeepneyleri gördük. Bunlar savaş sırasında Amerikalılar tarafından getirilmiş ve sonra da bırakıp gitmişler. Filipinliler de bunları işe yarar hale getirmişler ve şehir içi ulaşımında kullanmaya başlamışlar.




Ne yazık ki burada da hesabımızı tutturamamıştık ve elimizde fazladan peso kalmıştı. Bir arkadaşımızın da para bozdurması gerektiğinden onlar kendi aralarında para değişimi yaparak sorunu çözdüler. Ben de alışveriş merkezinden bir powerbank aldım. 

Alışveriş merkezinde daha fazla oyalanmayarak bir gün önce gittiğimiz kafeyi aramaya başladık. Bulmamız çok kolay olmadı ama en sonunda başardık. Ancak gittiğimiz saatte Ceyhun Beyin orada olmadığını öğrendik. Buraya kadar gelmişken oturup öğle yemeğimizi yiyelim dedik. Daha çok aç olmadığımızdan sadece mercimek çorbası istedik. 2 kişilik çorba kaldığından bunu üçümüze paylaştırdılar. Üzerine birer de kahve içip oradan ayrıldık.



Otel görevlilerinin çağırdığı taksiye binerek havalimanına doğru yola çıktık.

Şehirde kaldığımız süre yeterli olmadığından gezemediğimiz daha çok yer var. Bunlardan en önemlisi Asya’nın ilk üniversitesi olan Santo Tomas Üniversitesi ve eğer Manila'ya gidecek olursanız görmenizi öneririm.

Doğrusu dolu dolu bir gezi oldu. 20 günlük Filipinler ve Vietnam gezimizde kültür, deniz, din, doğal güzellikler, tarih aklınıza ne gelirse hepsini kapsayan bir serüveni yaşadık. Kah güldük ve eğlendik, kah yorulduk ve dinlendik. Ufkumuzu açan, bize inanılmaz gelen benzersiz deneyimler edindik. Gidip görülesi ülkeler olduğunu bizzat deneyimledik. Tavsiye ederim. 

0 yorum:

Yorum Gönder